"Ben gizli bir hazine idim.
Bilinmekliği istedim. Onun için mahlukatı yarattım." İnsanın tüm
yaratılarının özünde Rabbinin yaratma sıfatının yankıları, ışıltıları saklı.
Beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz ama herbir yaratıda O'ndan etkiler mutlaka
mevcut. Kendinden geriye anlamlı bir şeyler bırakabilme derdiyle olsa gerek
insan, pek çok teknolojik- sanatsal yaratı ortaya koymuş. Anlatmak, anlaşılmak,
bilmek, bilinmek, açıklamak, bildirmek istemiş. Son zamanlarda elimde bir
günlük, kutsal bir emaneti taşır gibi tutuyorum. Hayatın bir yerinde, bir
şekilde kesişen yollarda, bir mola süresince elime tutuşturuluvermiş bu günlük
hiç de bilmediğim, tanımadığım bir dünyaya doğru götürdü beni. Bilinmek istedi
belli ki birileri, diledi... ve Rabbim bırakıverdi elime kendisine öykünen bu
güzel yüreği. Günlüğün sahibi yedi yaşından itibaren Sosyal Hizmetlerin farklı
illerdeki yuvalarında büyümüş Canan Güney. Birebir dinleme imkanı bulamadığım
genelde duyduğum bir dünyadan ve orada yaşadıklarından bahsediyor. Daha sonra
bunları düzenleyip yayınlamayı ve en çok da kızı Yağmur'un okumasını istiyor.
Canan'la yazdıkları, yaşamı ve yuvada yetişen çocuklar üzerine konuştuk. Bize
kendini tanıtır mısın Canan? Adım Canan Güney. 1987, Ankara doğumluyum.
Anne-babamın ayrılması ve babamın iş bulamaması sonucu yedi yaşında Çaycuma
Çocuk Yuvası'na verildim. Daha sonra Ereğli-Safranbolu Kız Yetiştirme
Yurtları'nda kaldım. Liseyi Kastamonu'da Turizm Otelcilik Meslek Lisesi'nde
tamamladım. Lise bittiğinde ailemin yanına döndüm. Yurtla ilişkilerim kesildi.
Babam ve üvey annemle anlaşamadığım için pazarlama sektöründe işe başladım.
Türkiye ve Kıbrıs'ta birkaç yıl çalıştım. Eşimle tanıştım, evlendik. 2007'de
kızım Yağmur dünyaya geldi. Şimdi ise MEB'e bağlı yardımcı hizmetler sınıfında
kadrolu çalışmaktayım. Günlüğünü okudum, gerçekten etkileyiciydi benim için. Ne
kadar zamandır yazıyorsun? Seni yazmaya iten sebepler nelerdir? Yurtta başladım
yazmaya, sanırım 11-12 yaşlarındaydım. Kendimi kimseye anlatamadığımı
düşünüyordum, arkadaşlarım günlük tutarlardı, ben de bir gün elime kalem-kağıdı
aldım ve anlatılması zor olanları yazmaya başladım. Günlüğünde adı sık geçen
kişiler var. Onlarla arkadaşlığın/dostluğun devam ediyor mu? Görüşüyor musunuz?
Sık olmasa da görüşüyoruz. Genelde de sanal alem aracılığıyla. Ayşe'den
bahsediyorsun. En çok dikkatimi çeken isimdi. Onunla yurdun bahçesinde, boylu
boyunca çimenlere uzanıp gökyüzüne bakarak başka yerlerde başka hayatlar
yaşıyormuş gibi hayaller kurduğunuzu anlatıyorsun. Ne tür hayallerdi bunlar? Ya
da senin şartlarında büyümüş çocuklar en çok neyin/nelerin hayalini kurar? Evet
orada yapabileceğimiz çok az şey vardı, bunlardan biri de hayal kurmaktı.
Yurttan çıkıp hayata atıldığımızı, önemsenen, fikirleri sorulan biri olduğumuzu
düşünmek... Çünkü bize orada ne yapmak, ne/ nerede olmak istediğimiz
sorulmamıştı. O yüzden bizim en büyük hayalimiz Ayşe'yle yurttan çıkınca
birlikte ev tutup beraber yaşamaktı. Fakat bu gerçekleşemedi bildiğim
kadarıyla. Evet...Ayşe yaşamaktan vazgeçti. Ardında üç çocuğunu bıraktı ve
onlar da şu anda yuvaya verildiler. Hiç düşündün mü demek ki birilerinin bu
yazgıyı değiştirebilmek adına daha dirençli daha güçlü olması gerekiyor. O
güç-direnç sarf edilmezse tüm hayatlar birbirinin tekrarı oluyor. Ayşe'ninki,
çocuklarınınki...Birilerinin bu yazgıya dur demek için ciddi bir emek sarf
etmesi gerekiyor. Galiba dediğiniz doğru, düşünmemiştim hiç, haklısınız.
Ayşe'yle beraber 'Arkadaş' şarkısını söylediğinizden bahsediyorsun, Melike
Demirağ'ın şarkısı mı bahsettiğin? Evet, yurttan ayrılan her arkadaşımız için,
kapıda uğurlarken bağıra bağıra söylerdik. O yüzden çok önemliydi bu şarkı
bizim için. Galiba hepimizin hayatında bir döneme damgasını vurmuş bu şarkı...
Günlüğünde "E..." adlı bir arkadaşından bahsetmişsin, onun madde
bağımlısı oluşundan ve halisünasyonlarından. Çok özel olacak ama öğrendiğinde
kendi adına korkmadın mı, endişelenmedin mi? Hatta sonraki dönemlerde
dostluğunuzu anlatmışsın, sence bu samimiyeti ortaya çıkaran sebepler nelerdi?
Onu tanıdığımda hakkındaki düşüncelerim olumsuzdu. Ta ki onun madde
bağımlılığına ve halisünasyonlarına tanık olana kadar. O, gerçek hayatında
yapmak istediğini , olmak istediği ruh durumunu o şekilde yaşayabiliyordu.
Gülmek, mutlu olmak istiyordu. Evet korkmuştum ama ondaki saf-temiz hali de
görmüştüm, belki de ben ona öyle bakmak istemiştim. Farkında olmadan hayatıma
dahil olmuştu, her konuda bana yardımcıydı, bir nevi yaşam koçumdu. Bu
samimiyetin ise tek bir sebebi vardı: İkimiz de sahipsizdik. Günlüğünde
"Evim burası, evimden gidiyorum, mutsuzum..." diyorsun. Ve okuduğum
kadarıyla Sosyal Hizmetlerin yurdundan ayrılışın liseyi bitirdiğin döneme denk
geliyor. Son zamanları için de şöyle not düşmüşsün: "...hayat sadece benim
yaşadığım yurtlarda değil, o dört duvarın dışarısındaymış. Şimdi çırpınan bir
kuşum işte, şimdiden sonra öğreneceğim uçmayı..." Yuvadan ayrılmak, hayata
atılmak zor muydu senin için? Neler yaptın o süreçte, neler hissettin? Yedi
yaşından on yedi yaşına kadar iyi-kötü günler yaşamıştım yurtta. Orada hayattan
mahrumdum, o, duvarların dışındaydı. Yurtta sizi koruyan, kollayan insanlar
vardır, ayrıldığınızda çok büyük bir boşluğa düşüyorsunuz, sığınacak liman
arıyorsunuz, yanlış adreslerde dolaştığınızda kaybolabilme ihtimaliniz çok
yüksek. Ben sığınacak liman olarak beni istemeyen, yuvaya bırakan babamı gördüm
ve "E..." nin "ne olursa olsun ne kadar mutsuz olursan ol
ailenin yanına git" demesiyle onların yanına gittim. Bir bakıma bu da
benim için bir şanstı. En azından yanlarına gidebileceğim bir ailem vardı. Pek
çok arkadaşım bundan da mahrumdu. Evet çırpınan bir kuştum yuvadan ayrıldıktan
sonra, ailemin yanına gittim ilk denemeleri orada yaptıktan sonra baktım ki
sürekli düşüyorum iş hayatına atılıp çalışmaya başladım. Zamanla zor da olsa
yine kendim öğrendim uçmayı. Okula ilk başladığın zamanları anlattığın bölümde
"...kendime arka sıralarda bir hayat kurdum. Derslerim kötü oldu. Hiç
arkadaşım olmadı. Hep takdir edilen biri olmayı isterken hiç takdir edilecek
yönü olmayan biri oldum, çıktım." diyorsun. Neden arka sıralarda bir hayat
kurmayı tercih ettin? Öğretmeninin ve arkadaşlarının seni yeterince
önemsemediğini düşünmüş olabilir misin? Arka sıralarda bir hayat kurmak benim
tercihim değildi. Okul kaydımı yaptırmaya gittiğimizde müdürün ilk başta çok
sıcak karşılaması, yuvadan geldiğimizi öğrendiğinde ise tedirgin olması ve
öğretmenimi çağırıp 'Bu kız sizin sınıfa yuvadan geldi, bunu idare ediverin.'
demesi daha ilk başta mesafeleri koymuştu önüme. O arka sıralarda oturan
öğrencilerimize ulaşabilmek adına bizlere neler tavsiye edersin? Ne yapalım da
onlar arkada tek başlarına bir hayat kurmasınlar, bize dahil olsunlar ya da biz
onlara dahil olalım? Öğretmenim cevap alamayacağını bildiği halde sorularını
sorsaydı, ben yokmuşum gibi değil de orada olduğumun farkında olduğunu bana
hissettirseydi daha iyi bir öğrenci olabilirdim. Yani önemsenmediğim için
önemsemedim; o sınıfı, o okulu, o hayatı... Öğretmenlerimize söyleyebileceğim,
kendilerinden kaçan öğrencilerine koşsunlar, yorulsalar dahi çünkü bir gün o
öğrenci önemsendiğini düşünerek geri gelecektir. Annenle yakın geçmişte
tanıştığını ve görüşmeye devam ettiğinizi biliyorum. Yazdıklarında dikkatimi
çekmişti "Elli yaşıma gelsem de anne demeyi özleyeceğim." diyorsun.
Hala "anne" deme özlemin var mı ve bu özlem giderilemez mi artık?
Annemi iki sene önce kardeşimle bulduk, çok güçlü bağlarımız yok. Olabilir diye
düşünmüştüm fakat geçirdiğim beyin kanamasının ardından öğrendiği halde iki gün
sonra yanıma gelebilmesi bir kere daha üzdü beni ki durumun kritikliğini de
biliyordu. Ameliyatın hemen ardından kimseye bir şey demeden tekrar ortadan
kayboluşu... hayat şartları diyerek avutuyoruz kendimizi, anne demek gün
geçtikçe daha da zorlaşıyor bu yüzden benim için ve "anne" demeyi hep
özleyeceğim bunu biliyorum. Son günlerde medyadan takip ettiğimiz kadarıyla
yuvada yetişmiş, birkaç kitap yayınlamış bir yazarımız var biliyorsun ve
anlattıkları sebebiyle Sosyal Hizmetlerle de davalık olmuş. Sen ne düşünüyorsun
bu konuda, gerçekler olduğu gibi yazılmalı mı? Biliyorsun ki pek çok kurum ve
kuruluş töhmet altında kalabilir. Kitabını yayınlama imkanı bulduğunda bu tarz
ayrıntılara dikkat edecek misin? Evet, bir kardeşimiz kitap yazmış ve hayatı
ile ilgili her şeyi anlatmış. Şiddet gördüğünü, aşağılandığını... Bunları
yazması başkaları açısından yanlış olabilir ama ben belirli sınırlar aşılmadığı
sürece, bir şeylerin düzelebilmesi için gerçeklerin ifade edilmesi
gerektiğinden yanayım. Yuvalardan bahsederken "Dünyanın neresindeki yurda
gidersem gideyim sanki kırk yıldır tanıyorlarmış gibi karşılıyorlar. Sonuçta
kader birliğimiz var." diyorsun. Gerçekten böyle gizli bir uyum, anlaşma
var mı? Evet dünyanın neresindeki yurda- yuvaya gidersem gideyim "Ben de
sizler gibiyim, yuvada büyüdüm" dediğimde o çocuklar bana hemen ısınıyor
ve sorular soruyor. Onların arasında kendimi çok rahat hissediyorum, aynı
anne-babadan olmasak da bence biz kocaman bir aileyiz ve kardeşiz, birbirimizi
anlıyoruz ve bu uyum var. Sosyal Hizmetlerin yuvalarında büyümüş çocuklar için/
adına söylemek istediğin bir şeyler var mı? Sosyal Hizmetler aracılığıyla
devlet bize çok büyük imkanlar da veriyor. On sekiz yaşından sonra memur olarak
çalışmamızı sağlıyor. Ancak aile sevgisi görmemiş, saygıyı eksik öğrenmiş,
sorumluluk alma konusunda çok da yeterli olmayan kimi yurt çocukları,
çalıştıkları iş yerlerinde pek çok problemle karşı karşıya kalıp uyum sorunları
yaşayabiliyorlar. Bu uyumsuzluk neticesi işten atılmaya kadar varabiliyor.
Etrafımda bu sorunla karşı karşıya kalan pek çok insan var. Memurluktan
atıldıktan sonra dışarıda iş bulmaları zorlaştığı için daha da problemli hale
geliyorlar. Bu tarz durumların yaşanmaması/ engellenmesi için yurt çocuklarının
mesleğe yerleştirilmeden önce psikolojik destek almaları gerektiğini, başarılı
bir uyum yakalanabilirse iş hayatına adım atmaları gerektiğini düşünüyorum. Son
olarak bu yazdıklarınla ilgili neler yapmayı düşünüyorsun, planların neler?
Gelecekten neler bekliyorsun? Hayalim yazdıklarımı kitaplaştırmak, aslında
kızımın okuması için birkaç deftere topladım ama şimdi bir kitaptan okumasını
istiyorum. Anne-babasız büyümenin, hayata bir sıfır yenik başlamanın, sevgi
göremediğimiz için sevginin, saygı göremediğimiz için saygının eksikliğini
hayatın her anında hissetmenin nasıllığını dillendirmek istiyorum. İnşallah bir
gün o kitabı yayınlarsın ve bizler de okuruz Canan, çok çok teşekkür ederim
sorularımı cevaplandırdığın için. Canan'la sohbetimiz bitti bitmesine ama benim
aklım Ayşe'de kaldı, hayallerde... Özgürce uçsun diye azat edilen kuşun bilmem
ne sebepten Sakarya nehrine çakılışında... vazgeçişinde... kırılışında...
kopuşunda... uçamayışında... geride kalan üç çocuğunda... Tarih- Tekerrür-
İnsan diyor içimden bir ses, ya değiştir kendini insan ya da tekerrür edip
gitsin zaman... Direnç göstermeli biri, bir şeylerin daha iyi daha güzel olması
için çaba üstü çaba sarfetmeli. O..., sonraki..., bir sonraki...aynı taşa
takılıp takılıp düşmesin diye, biri eğilip o yoldan taşı kaldırmalı. Biri
direnç göstermeli...Biliyorum ki okuyacaksınız bu yazıyı, güneşli düşler gören
'yuva'nın çocukları, anlıyorsunuz değil mi, çocuklarınız gerçek gerçek yaşasın
diye sizin düşlerinizi, birileri direnç göstermeli. Ve bu biri/leri sizden
başkası değil biliyorsunuz değil mi? Canan'ın günlüğünü okumak , oradaki nefes
alışverişlerini görmek benim için gerçekten özeldi. Defteri elime her alışımda
sayfalarını bir özenle çevirdim, sanki bir şeylere zarar verecekmişim gibi
geldi. Günlüğüyle karşımdaydı ve dinliyordum onu. Öyle ki yüz ifadelerimle bile
rahatsız etmemeye çalıştım. Bir hayata bu kadar dahil olmak, gizli -kapaklı
yaraları bu kadar net görmek ya da çocuksu heyecanlarını hissetmek, onunla
birlikte o yollarda yürümek, bir hayatı sancılı-sağlam duyumsamak bana kendimi
gerçekten özel hissettirdi. Günlüğü verirkenki telaşı, her karşılaşmamızda
yüzüme bakıp ne kadar okudu acaba diye sorgulayışı ve bilinmekliği isteyen bir
yüreğin hüzünlü-heyecanlı atışı son zamanlarımın gülümseten, dalgınlaştıran
zihni meşguliyetlerindendi. Vedalar zordur bilirsiniz, o defterlerden ayrılmak
da zordu benim için ama bitmeliydi ki şu yazı yazılabilsin...
Özgül Çağlayan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder