16 Ekim 2015 Cuma

Yuva Günlüğü

"Ben gizli bir hazine idim. Bilinmekliği istedim. Onun için mahlukatı yarattım." İnsanın tüm yaratılarının özünde Rabbinin yaratma sıfatının yankıları, ışıltıları saklı. Beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz ama herbir yaratıda O'ndan etkiler mutlaka mevcut. Kendinden geriye anlamlı bir şeyler bırakabilme derdiyle olsa gerek insan, pek çok teknolojik- sanatsal yaratı ortaya koymuş. Anlatmak, anlaşılmak, bilmek, bilinmek, açıklamak, bildirmek istemiş. Son zamanlarda elimde bir günlük, kutsal bir emaneti taşır gibi tutuyorum. Hayatın bir yerinde, bir şekilde kesişen yollarda, bir mola süresince elime tutuşturuluvermiş bu günlük hiç de bilmediğim, tanımadığım bir dünyaya doğru götürdü beni. Bilinmek istedi belli ki birileri, diledi... ve Rabbim bırakıverdi elime kendisine öykünen bu güzel yüreği. Günlüğün sahibi yedi yaşından itibaren Sosyal Hizmetlerin farklı illerdeki yuvalarında büyümüş Canan Güney. Birebir dinleme imkanı bulamadığım genelde duyduğum bir dünyadan ve orada yaşadıklarından bahsediyor. Daha sonra bunları düzenleyip yayınlamayı ve en çok da kızı Yağmur'un okumasını istiyor. Canan'la yazdıkları, yaşamı ve yuvada yetişen çocuklar üzerine konuştuk. Bize kendini tanıtır mısın Canan? Adım Canan Güney. 1987, Ankara doğumluyum. Anne-babamın ayrılması ve babamın iş bulamaması sonucu yedi yaşında Çaycuma Çocuk Yuvası'na verildim. Daha sonra Ereğli-Safranbolu Kız Yetiştirme Yurtları'nda kaldım. Liseyi Kastamonu'da Turizm Otelcilik Meslek Lisesi'nde tamamladım. Lise bittiğinde ailemin yanına döndüm. Yurtla ilişkilerim kesildi. Babam ve üvey annemle anlaşamadığım için pazarlama sektöründe işe başladım. Türkiye ve Kıbrıs'ta birkaç yıl çalıştım. Eşimle tanıştım, evlendik. 2007'de kızım Yağmur dünyaya geldi. Şimdi ise MEB'e bağlı yardımcı hizmetler sınıfında kadrolu çalışmaktayım. Günlüğünü okudum, gerçekten etkileyiciydi benim için. Ne kadar zamandır yazıyorsun? Seni yazmaya iten sebepler nelerdir? Yurtta başladım yazmaya, sanırım 11-12 yaşlarındaydım. Kendimi kimseye anlatamadığımı düşünüyordum, arkadaşlarım günlük tutarlardı, ben de bir gün elime kalem-kağıdı aldım ve anlatılması zor olanları yazmaya başladım. Günlüğünde adı sık geçen kişiler var. Onlarla arkadaşlığın/dostluğun devam ediyor mu? Görüşüyor musunuz? Sık olmasa da görüşüyoruz. Genelde de sanal alem aracılığıyla. Ayşe'den bahsediyorsun. En çok dikkatimi çeken isimdi. Onunla yurdun bahçesinde, boylu boyunca çimenlere uzanıp gökyüzüne bakarak başka yerlerde başka hayatlar yaşıyormuş gibi hayaller kurduğunuzu anlatıyorsun. Ne tür hayallerdi bunlar? Ya da senin şartlarında büyümüş çocuklar en çok neyin/nelerin hayalini kurar? Evet orada yapabileceğimiz çok az şey vardı, bunlardan biri de hayal kurmaktı. Yurttan çıkıp hayata atıldığımızı, önemsenen, fikirleri sorulan biri olduğumuzu düşünmek... Çünkü bize orada ne yapmak, ne/ nerede olmak istediğimiz sorulmamıştı. O yüzden bizim en büyük hayalimiz Ayşe'yle yurttan çıkınca birlikte ev tutup beraber yaşamaktı. Fakat bu gerçekleşemedi bildiğim kadarıyla. Evet...Ayşe yaşamaktan vazgeçti. Ardında üç çocuğunu bıraktı ve onlar da şu anda yuvaya verildiler. Hiç düşündün mü demek ki birilerinin bu yazgıyı değiştirebilmek adına daha dirençli daha güçlü olması gerekiyor. O güç-direnç sarf edilmezse tüm hayatlar birbirinin tekrarı oluyor. Ayşe'ninki, çocuklarınınki...Birilerinin bu yazgıya dur demek için ciddi bir emek sarf etmesi gerekiyor. Galiba dediğiniz doğru, düşünmemiştim hiç, haklısınız. Ayşe'yle beraber 'Arkadaş' şarkısını söylediğinizden bahsediyorsun, Melike Demirağ'ın şarkısı mı bahsettiğin? Evet, yurttan ayrılan her arkadaşımız için, kapıda uğurlarken bağıra bağıra söylerdik. O yüzden çok önemliydi bu şarkı bizim için. Galiba hepimizin hayatında bir döneme damgasını vurmuş bu şarkı... Günlüğünde "E..." adlı bir arkadaşından bahsetmişsin, onun madde bağımlısı oluşundan ve halisünasyonlarından. Çok özel olacak ama öğrendiğinde kendi adına korkmadın mı, endişelenmedin mi? Hatta sonraki dönemlerde dostluğunuzu anlatmışsın, sence bu samimiyeti ortaya çıkaran sebepler nelerdi? Onu tanıdığımda hakkındaki düşüncelerim olumsuzdu. Ta ki onun madde bağımlılığına ve halisünasyonlarına tanık olana kadar. O, gerçek hayatında yapmak istediğini , olmak istediği ruh durumunu o şekilde yaşayabiliyordu. Gülmek, mutlu olmak istiyordu. Evet korkmuştum ama ondaki saf-temiz hali de görmüştüm, belki de ben ona öyle bakmak istemiştim. Farkında olmadan hayatıma dahil olmuştu, her konuda bana yardımcıydı, bir nevi yaşam koçumdu. Bu samimiyetin ise tek bir sebebi vardı: İkimiz de sahipsizdik. Günlüğünde "Evim burası, evimden gidiyorum, mutsuzum..." diyorsun. Ve okuduğum kadarıyla Sosyal Hizmetlerin yurdundan ayrılışın liseyi bitirdiğin döneme denk geliyor. Son zamanları için de şöyle not düşmüşsün: "...hayat sadece benim yaşadığım yurtlarda değil, o dört duvarın dışarısındaymış. Şimdi çırpınan bir kuşum işte, şimdiden sonra öğreneceğim uçmayı..." Yuvadan ayrılmak, hayata atılmak zor muydu senin için? Neler yaptın o süreçte, neler hissettin? Yedi yaşından on yedi yaşına kadar iyi-kötü günler yaşamıştım yurtta. Orada hayattan mahrumdum, o, duvarların dışındaydı. Yurtta sizi koruyan, kollayan insanlar vardır, ayrıldığınızda çok büyük bir boşluğa düşüyorsunuz, sığınacak liman arıyorsunuz, yanlış adreslerde dolaştığınızda kaybolabilme ihtimaliniz çok yüksek. Ben sığınacak liman olarak beni istemeyen, yuvaya bırakan babamı gördüm ve "E..." nin "ne olursa olsun ne kadar mutsuz olursan ol ailenin yanına git" demesiyle onların yanına gittim. Bir bakıma bu da benim için bir şanstı. En azından yanlarına gidebileceğim bir ailem vardı. Pek çok arkadaşım bundan da mahrumdu. Evet çırpınan bir kuştum yuvadan ayrıldıktan sonra, ailemin yanına gittim ilk denemeleri orada yaptıktan sonra baktım ki sürekli düşüyorum iş hayatına atılıp çalışmaya başladım. Zamanla zor da olsa yine kendim öğrendim uçmayı. Okula ilk başladığın zamanları anlattığın bölümde "...kendime arka sıralarda bir hayat kurdum. Derslerim kötü oldu. Hiç arkadaşım olmadı. Hep takdir edilen biri olmayı isterken hiç takdir edilecek yönü olmayan biri oldum, çıktım." diyorsun. Neden arka sıralarda bir hayat kurmayı tercih ettin? Öğretmeninin ve arkadaşlarının seni yeterince önemsemediğini düşünmüş olabilir misin? Arka sıralarda bir hayat kurmak benim tercihim değildi. Okul kaydımı yaptırmaya gittiğimizde müdürün ilk başta çok sıcak karşılaması, yuvadan geldiğimizi öğrendiğinde ise tedirgin olması ve öğretmenimi çağırıp 'Bu kız sizin sınıfa yuvadan geldi, bunu idare ediverin.' demesi daha ilk başta mesafeleri koymuştu önüme. O arka sıralarda oturan öğrencilerimize ulaşabilmek adına bizlere neler tavsiye edersin? Ne yapalım da onlar arkada tek başlarına bir hayat kurmasınlar, bize dahil olsunlar ya da biz onlara dahil olalım? Öğretmenim cevap alamayacağını bildiği halde sorularını sorsaydı, ben yokmuşum gibi değil de orada olduğumun farkında olduğunu bana hissettirseydi daha iyi bir öğrenci olabilirdim. Yani önemsenmediğim için önemsemedim; o sınıfı, o okulu, o hayatı... Öğretmenlerimize söyleyebileceğim, kendilerinden kaçan öğrencilerine koşsunlar, yorulsalar dahi çünkü bir gün o öğrenci önemsendiğini düşünerek geri gelecektir. Annenle yakın geçmişte tanıştığını ve görüşmeye devam ettiğinizi biliyorum. Yazdıklarında dikkatimi çekmişti "Elli yaşıma gelsem de anne demeyi özleyeceğim." diyorsun. Hala "anne" deme özlemin var mı ve bu özlem giderilemez mi artık? Annemi iki sene önce kardeşimle bulduk, çok güçlü bağlarımız yok. Olabilir diye düşünmüştüm fakat geçirdiğim beyin kanamasının ardından öğrendiği halde iki gün sonra yanıma gelebilmesi bir kere daha üzdü beni ki durumun kritikliğini de biliyordu. Ameliyatın hemen ardından kimseye bir şey demeden tekrar ortadan kayboluşu... hayat şartları diyerek avutuyoruz kendimizi, anne demek gün geçtikçe daha da zorlaşıyor bu yüzden benim için ve "anne" demeyi hep özleyeceğim bunu biliyorum. Son günlerde medyadan takip ettiğimiz kadarıyla yuvada yetişmiş, birkaç kitap yayınlamış bir yazarımız var biliyorsun ve anlattıkları sebebiyle Sosyal Hizmetlerle de davalık olmuş. Sen ne düşünüyorsun bu konuda, gerçekler olduğu gibi yazılmalı mı? Biliyorsun ki pek çok kurum ve kuruluş töhmet altında kalabilir. Kitabını yayınlama imkanı bulduğunda bu tarz ayrıntılara dikkat edecek misin? Evet, bir kardeşimiz kitap yazmış ve hayatı ile ilgili her şeyi anlatmış. Şiddet gördüğünü, aşağılandığını... Bunları yazması başkaları açısından yanlış olabilir ama ben belirli sınırlar aşılmadığı sürece, bir şeylerin düzelebilmesi için gerçeklerin ifade edilmesi gerektiğinden yanayım. Yuvalardan bahsederken "Dünyanın neresindeki yurda gidersem gideyim sanki kırk yıldır tanıyorlarmış gibi karşılıyorlar. Sonuçta kader birliğimiz var." diyorsun. Gerçekten böyle gizli bir uyum, anlaşma var mı? Evet dünyanın neresindeki yurda- yuvaya gidersem gideyim "Ben de sizler gibiyim, yuvada büyüdüm" dediğimde o çocuklar bana hemen ısınıyor ve sorular soruyor. Onların arasında kendimi çok rahat hissediyorum, aynı anne-babadan olmasak da bence biz kocaman bir aileyiz ve kardeşiz, birbirimizi anlıyoruz ve bu uyum var. Sosyal Hizmetlerin yuvalarında büyümüş çocuklar için/ adına söylemek istediğin bir şeyler var mı? Sosyal Hizmetler aracılığıyla devlet bize çok büyük imkanlar da veriyor. On sekiz yaşından sonra memur olarak çalışmamızı sağlıyor. Ancak aile sevgisi görmemiş, saygıyı eksik öğrenmiş, sorumluluk alma konusunda çok da yeterli olmayan kimi yurt çocukları, çalıştıkları iş yerlerinde pek çok problemle karşı karşıya kalıp uyum sorunları yaşayabiliyorlar. Bu uyumsuzluk neticesi işten atılmaya kadar varabiliyor. Etrafımda bu sorunla karşı karşıya kalan pek çok insan var. Memurluktan atıldıktan sonra dışarıda iş bulmaları zorlaştığı için daha da problemli hale geliyorlar. Bu tarz durumların yaşanmaması/ engellenmesi için yurt çocuklarının mesleğe yerleştirilmeden önce psikolojik destek almaları gerektiğini, başarılı bir uyum yakalanabilirse iş hayatına adım atmaları gerektiğini düşünüyorum. Son olarak bu yazdıklarınla ilgili neler yapmayı düşünüyorsun, planların neler? Gelecekten neler bekliyorsun? Hayalim yazdıklarımı kitaplaştırmak, aslında kızımın okuması için birkaç deftere topladım ama şimdi bir kitaptan okumasını istiyorum. Anne-babasız büyümenin, hayata bir sıfır yenik başlamanın, sevgi göremediğimiz için sevginin, saygı göremediğimiz için saygının eksikliğini hayatın her anında hissetmenin nasıllığını dillendirmek istiyorum. İnşallah bir gün o kitabı yayınlarsın ve bizler de okuruz Canan, çok çok teşekkür ederim sorularımı cevaplandırdığın için. Canan'la sohbetimiz bitti bitmesine ama benim aklım Ayşe'de kaldı, hayallerde... Özgürce uçsun diye azat edilen kuşun bilmem ne sebepten Sakarya nehrine çakılışında... vazgeçişinde... kırılışında... kopuşunda... uçamayışında... geride kalan üç çocuğunda... Tarih- Tekerrür- İnsan diyor içimden bir ses, ya değiştir kendini insan ya da tekerrür edip gitsin zaman... Direnç göstermeli biri, bir şeylerin daha iyi daha güzel olması için çaba üstü çaba sarfetmeli. O..., sonraki..., bir sonraki...aynı taşa takılıp takılıp düşmesin diye, biri eğilip o yoldan taşı kaldırmalı. Biri direnç göstermeli...Biliyorum ki okuyacaksınız bu yazıyı, güneşli düşler gören 'yuva'nın çocukları, anlıyorsunuz değil mi, çocuklarınız gerçek gerçek yaşasın diye sizin düşlerinizi, birileri direnç göstermeli. Ve bu biri/leri sizden başkası değil biliyorsunuz değil mi? Canan'ın günlüğünü okumak , oradaki nefes alışverişlerini görmek benim için gerçekten özeldi. Defteri elime her alışımda sayfalarını bir özenle çevirdim, sanki bir şeylere zarar verecekmişim gibi geldi. Günlüğüyle karşımdaydı ve dinliyordum onu. Öyle ki yüz ifadelerimle bile rahatsız etmemeye çalıştım. Bir hayata bu kadar dahil olmak, gizli -kapaklı yaraları bu kadar net görmek ya da çocuksu heyecanlarını hissetmek, onunla birlikte o yollarda yürümek, bir hayatı sancılı-sağlam duyumsamak bana kendimi gerçekten özel hissettirdi. Günlüğü verirkenki telaşı, her karşılaşmamızda yüzüme bakıp ne kadar okudu acaba diye sorgulayışı ve bilinmekliği isteyen bir yüreğin hüzünlü-heyecanlı atışı son zamanlarımın gülümseten, dalgınlaştıran zihni meşguliyetlerindendi. Vedalar zordur bilirsiniz, o defterlerden ayrılmak da zordu benim için ama bitmeliydi ki şu yazı yazılabilsin... 
Özgül Çağlayan 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder