21 Ekim 2015 Çarşamba

Sivil-İz Bırakmak. Ama Nasıl?




Sivil toplumdaki deneyimlerinden geriye kalanlar





Öncelikle Türk sivil toplumunun hemen her kesiminde kariyerizm eğilimleri çok baskındır. Sivil oluşumlar yoğun şekilde siyasi bir görüşe angaje olmaktadır. Bu durum, sivil toplumun partilerüstü olması gereken anlayışına ters düşmektedir. Ayrıca, sivil toplum kuruluşları çoğunlukla tek kişiye dayalı yapılar olarak teşekkül etmektedir. Bu haliyle bu oluşumlar ordusuz generallere benzemektedir. Tek kişiye dayalı oluşumlarda sorun hakkında farkındalık oluşturmaya dayalı sivil mantıktan ziyade, birilerinin işini çözmeye dayalı popülizm yaygınlaşmakta ve bu durum gerek kamu gerekse toplumla sağlıklı diyalog kanallarının kurulmasını zorlaştırmaktadır. Bunun yerine, sorun çözücü değil, sorun önleyici mekanizmalara odaklanılması gerekmektedir.


Sivil toplumun diğer bir önemli sıkıntısı da, amaçlarını gerçekleştirmeye yetecek miktarda kaynak geliştirememesidir. En önemli özkaynaklardan olan üye aidatı temelli örgütlenme bilinci çok zayıftır. Bu durum sivil toplum kuruluşlarını dışkaynaklara bağımlı hale getirmektedir. Özellikle son dönemde hızla yaygınlaşan proje mekanizmaları yoluyla kaynak devşirme, sivil toplum kuruluşlarını hedef kitleden ve ana amaçlarından uzaklaştırmaktadır. Bu durum, açık bir şekilde sivil toplumda hibe avcılığının yerleşmesine neden olmuştur. Hibe avcılığıyla etkili bir şekilde mücadele edilebilmesi için ise, sivil topluma yönelik vergi avantajları sağlanması, kendi özkaynaklarını yaratabilmesi, devletin mali despotizminin bu kurumlar üzerinden kalkması gerekmektedir. 


Öte yandan, Türkiye’deki vakıfların büyük çoğunluğunun hak temelli olmaktan ziyade hayır işleri yapmaya odaklandığı görülmektedir. Vakıflar bu amaçlar doğrultusunda bağış toplayabilmektedir. Vakıfların bağış toplayabilmesi, büyük çoğunlukla hak temelli örgütleme yapan derneklere gidecek kaynakları azaltmakta ve bu durumda sivil katılım düşmektedir. Batı ülkelerinde çok yaygın olarak kullanılan belli bir amaca herkesin kaynak aktarması (crowdfunding) ve sosyal girişimleri fonlayan yatırım fonları gibi uygulamalar da yeterince yerleşmiş değildir.


Sivil toplumun diğer bir kronik problemi de, alandaki kurumsal kapasitelerin zayıf olmasıdır. Bu zayıflığı gidermeye yönelik yenilikçi mekanizmalar yoktur. Halbuki sosyal farkındalığı ve insan kaynağı kalitesi yüksek insanların bulunduğu sivil toplumda ağ ilişkileri yoluyla çok kapsamlı bir dönüşüm başlatılabilir. Avrupa Birliği tarafından desteklenen Sivil Toplum Geliştirme Merkezi, Sivil Toplum Kuruluşları Teknik Destek Mekanizması gibi mekanizmalar ülke sivil toplumuna oldukça elitist bir açıdan yaklaşmaktadır. Belirtilen ağ kuruluşlarının aşırı profesyonel ve hedef kitleden uzak olduğu rahatlıkla söylenebilir.


Kurumsal kapasite bağlamında önemli bir eksiklik de sivil toplum kuruluşlarında planlama anlayışının yetersizliğidir. Bu durum sivil toplum kuruluşlarının vizyon ve misyonlarının belirsiz olmasına neden olmaktadır. Ayrıca, birbirine entegre bir şekilde planlama, programlama, bütçeleme ve raporlama yapılamamaktadır. Zaten sivil topluma ilişkin toplum ve devlet nezdinde varolan güvensizlikle beraber sivil toplum kuruluşlarının şeffaflık yerine içe kapanmayı seçmesi sorunu kronikleştirmekte ve bir kısır döngüye neden olmaktadır. Bu durumun önüne geçilebilmesi için mevzuatta değişiklikler yapılması ve sivil toplum kuruluşlarının bütçelerinin ve faaliyet raporlarının internet sitelerinde yayınlanması sağlanmalıdır. Öte yandan, etkili bir raporlama sisteminin kurulmasının etki analizi ölçümü yapılmasını ve sağlanan sosyal ve çevresel faydayı sağlamada kilit rol oynacağı unutulmamalıdır.


Sivil toplum kuruluşlarının kurumsal kapasitelerine ilişkin bir diğer sorunda, gönüllü yönetimi kapasitelerinin çok az olmasıdır. Gönüllü, bir sivil toplum kuruluşunun toplumla bağ kurduğunu, anlaşıldığını, sahiplenildiğini göstermesi açısından çok önemlidir. Türk sivil toplumu henüz bunu idrak etmekten uzaktadır. Bunun yerine sivil toplum yöneticileri gönüllü bilincinin olmaması, gönüllülerin çabuk sıkılıp yorulduğu gibi söylemleri dile getirmektedir. Bu alanda kapasite geliştirilebilmesi için gönüllü yönetiminin tam zamanlı bir iş olarak aalaşılması, iletişim, koordinasyon ve kaynak geliştirme alanında deneyimli kişilerin bu alanda çalışması gerekmektedir.


Sivil topluma ilişkin bir diğer eksiklik de, kurumsal sosyal sorumluluk (KSS) uygulamalarına ilişkinn standartların yerleşmemesi ve özel sektörün bunu özümseyememesidir. Birçok durumda, sivil toplum kuruluşlarıyla iletişime geçen şirketler orantısız taleplerde bulunmaktadır. Bu durumun önüne geçebilmek için, Batı ülkelerinde olduğu gibi, KSS’den sorumlu en az daire başkanlığı düzeyinde merkezi bir otoritenin teşekkül ettirilmesi gerekmektedir. KSS raporlamalarının halka açık olması da alana ilişkin şeffaflığı artıracaktır.


Türk sivil toplumunda ayrıca, hayır hasenat yaklaşımı çok yaygın şekilde gözlenmektedir. Bu yaklaşım kendisini binaya ve restorasyona bağışta göstermektedir. Bu durum bağışçıların oldukça kolayına gelmektedir. Bu ise, ülkemizin ekonomik ve sosyal kalkınması arasındaki farkı açmaktan öteye geçmemektedir. Ülkelerin insan kaynağı kaliteleriyle rekabet ettikleri bir çağda hala binaya bağış yapılması gibi uygulamaların yaygınlığı anlaşılamamaktadır. Eğitime yüzde 100 destek kampanyasında olduğu gibi eğitimden sorumlu Bakanlığın çıkarttığı mevzuatta bile bu durumun yaygın olduğu görülmektedir. Bunun yerine, soyut alanlar olan çevresel ve beşeri kaliteye destek mekanizmalarının ve bilincinin yaygınlaştırılması gerekmektedir.


Sivil topluma ilişkin diğer bir önemli nokta da, yetenekli, iyi eğitimli, yöneticilik kapasitesini haiz insanların alana yönelmemesidir. Sivil toplumda kariyer olabileceği düşünülmemektedir. Bu kimseler tarafından alana verilebilecek mentörlüğün bile sivil alanda büyük dönüşümler sağlayabileceği aşikardır. Özel Sektör Gönüllüleri Derneği ve SGK Gönüllüleri gibi oluşumların artarak devam etmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Bununla birlikte, sivil topluma yönelen kaliteli insan kaynağının iç çekişmelerle uğraşmaması, yıldırılmaması, çay-kahve getir-götür işlerinde kullanılmaması gerekmektedir.


Sivil toplumun sosyal kampanya yönetimi konusunda kapasite geliştirmesi gerekmektedir. Özellikle bu alanda büyük bir eksiklik göze çarpmaktadır. İçinde bulunduğumuz ağ toplumunun nimetlerinden en iyi şekilde yararlanması gereken sivil toplumda buna ilişkin farkındalığın artırılması gerekmektedir. Sosyal ağların bedava olması, etkili sosyal ağ yönetme becerisini edinemeyen sivil toplum yöneticilerinin zaman içinde sosyal medya stresine girerek bu alandan uzaklaşmaları ve sosyal ağ yönetimini beraberinde getirmektedir. Bu alanda yürütülen eğitim  ve kapasite geliştirme çalışmalarının artırılmasına ihtiyaç bulunmaktadır.


Sonuç olarak, üçüncü sektör olduğu belirtilen, verimlilik çarpanı yüksek olduğuna inanılan, 21. yüzyılda kariyerin ve en etkili öğrenmenin sivil toplumdan geçeceği belirtilen bir alanda Türk sivil toplumu emeklemekten yürümeye geçerken, hala yarım adamın yarım adımlarıyla yol almaktadır. Türk sivil toplumunun hak ettiği şekilde üçüncü sektör olabilmesi için önemli bir paradigma değişikliğine ihtiyaç vardır. Bu çalışma, sivil yolculuğumuzda karşılaştığımız zorluklar ve edindiğimiz tecrübelere dayanarak hazırlanmış olup, bu paradigma değişikliği arayışlarına katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. Paradigma değişirse, Türkiye değişir, insan değişir, gezegen değişir. Değiştirmek umuduyla...







Bu yazı, Abdullah OSKAY tarafından kaleme alınmıştır. OSKAY,  Koruyucu Aile Evlat dinme Derneği Başkanı, Hayat Sende Gençlik Akademisi Derneği Yönetim Kurulu Üyesidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder