Sivil toplumdaki deneyimlerinden geriye
kalanlar
Öncelikle Türk sivil toplumunun hemen
her kesiminde kariyerizm eğilimleri çok baskındır. Sivil oluşumlar yoğun
şekilde siyasi bir görüşe angaje olmaktadır. Bu durum, sivil toplumun
partilerüstü olması gereken anlayışına ters düşmektedir. Ayrıca, sivil toplum
kuruluşları çoğunlukla tek kişiye dayalı yapılar olarak teşekkül etmektedir. Bu
haliyle bu oluşumlar ordusuz generallere benzemektedir. Tek kişiye dayalı
oluşumlarda sorun hakkında farkındalık oluşturmaya dayalı sivil mantıktan
ziyade, birilerinin işini çözmeye dayalı popülizm yaygınlaşmakta ve bu durum
gerek kamu gerekse toplumla sağlıklı diyalog kanallarının kurulmasını
zorlaştırmaktadır. Bunun yerine, sorun çözücü değil, sorun önleyici
mekanizmalara odaklanılması gerekmektedir.
Sivil toplumun diğer bir önemli
sıkıntısı da, amaçlarını gerçekleştirmeye yetecek miktarda kaynak
geliştirememesidir. En önemli özkaynaklardan olan üye aidatı temelli örgütlenme
bilinci çok zayıftır. Bu durum sivil toplum kuruluşlarını dışkaynaklara bağımlı
hale getirmektedir. Özellikle son dönemde hızla yaygınlaşan proje mekanizmaları
yoluyla kaynak devşirme, sivil toplum kuruluşlarını hedef kitleden ve ana
amaçlarından uzaklaştırmaktadır. Bu durum, açık bir şekilde sivil toplumda hibe
avcılığının yerleşmesine neden olmuştur. Hibe avcılığıyla etkili bir şekilde
mücadele edilebilmesi için ise, sivil topluma yönelik vergi avantajları
sağlanması, kendi özkaynaklarını yaratabilmesi, devletin mali despotizminin bu
kurumlar üzerinden kalkması gerekmektedir.
Öte yandan, Türkiye’deki vakıfların
büyük çoğunluğunun hak temelli olmaktan ziyade hayır işleri yapmaya odaklandığı
görülmektedir. Vakıflar bu amaçlar doğrultusunda bağış toplayabilmektedir.
Vakıfların bağış toplayabilmesi, büyük çoğunlukla hak temelli örgütleme yapan
derneklere gidecek kaynakları azaltmakta ve bu durumda sivil katılım
düşmektedir. Batı ülkelerinde çok yaygın olarak kullanılan belli bir amaca
herkesin kaynak aktarması (crowdfunding) ve sosyal girişimleri fonlayan yatırım
fonları gibi uygulamalar da yeterince yerleşmiş değildir.
Sivil toplumun diğer bir kronik problemi
de, alandaki kurumsal kapasitelerin zayıf olmasıdır. Bu zayıflığı gidermeye
yönelik yenilikçi mekanizmalar yoktur. Halbuki sosyal farkındalığı ve insan
kaynağı kalitesi yüksek insanların bulunduğu sivil toplumda ağ ilişkileri
yoluyla çok kapsamlı bir dönüşüm başlatılabilir. Avrupa Birliği tarafından
desteklenen Sivil Toplum Geliştirme Merkezi, Sivil Toplum Kuruluşları Teknik
Destek Mekanizması gibi mekanizmalar ülke sivil toplumuna oldukça elitist bir
açıdan yaklaşmaktadır. Belirtilen ağ kuruluşlarının aşırı profesyonel ve hedef
kitleden uzak olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Kurumsal kapasite bağlamında önemli bir
eksiklik de sivil toplum kuruluşlarında planlama anlayışının yetersizliğidir.
Bu durum sivil toplum kuruluşlarının vizyon ve misyonlarının belirsiz olmasına
neden olmaktadır. Ayrıca, birbirine entegre bir şekilde planlama, programlama,
bütçeleme ve raporlama yapılamamaktadır. Zaten sivil topluma ilişkin toplum ve
devlet nezdinde varolan güvensizlikle beraber sivil toplum kuruluşlarının
şeffaflık yerine içe kapanmayı seçmesi sorunu kronikleştirmekte ve bir kısır
döngüye neden olmaktadır. Bu durumun önüne geçilebilmesi için mevzuatta
değişiklikler yapılması ve sivil toplum kuruluşlarının bütçelerinin ve faaliyet
raporlarının internet sitelerinde yayınlanması sağlanmalıdır. Öte yandan,
etkili bir raporlama sisteminin kurulmasının etki analizi ölçümü yapılmasını ve
sağlanan sosyal ve çevresel faydayı sağlamada kilit rol oynacağı
unutulmamalıdır.
Sivil toplum kuruluşlarının kurumsal
kapasitelerine ilişkin bir diğer sorunda, gönüllü yönetimi kapasitelerinin çok
az olmasıdır. Gönüllü, bir sivil toplum kuruluşunun toplumla bağ kurduğunu,
anlaşıldığını, sahiplenildiğini göstermesi açısından çok önemlidir. Türk sivil
toplumu henüz bunu idrak etmekten uzaktadır. Bunun yerine sivil toplum
yöneticileri gönüllü bilincinin olmaması, gönüllülerin çabuk sıkılıp yorulduğu
gibi söylemleri dile getirmektedir. Bu alanda kapasite geliştirilebilmesi için
gönüllü yönetiminin tam zamanlı bir iş olarak aalaşılması, iletişim,
koordinasyon ve kaynak geliştirme alanında deneyimli kişilerin bu alanda
çalışması gerekmektedir.
Sivil topluma ilişkin bir diğer eksiklik
de, kurumsal sosyal sorumluluk (KSS) uygulamalarına ilişkinn standartların
yerleşmemesi ve özel sektörün bunu özümseyememesidir. Birçok durumda, sivil
toplum kuruluşlarıyla iletişime geçen şirketler orantısız taleplerde
bulunmaktadır. Bu durumun önüne geçebilmek için, Batı ülkelerinde olduğu gibi,
KSS’den sorumlu en az daire başkanlığı düzeyinde merkezi bir otoritenin
teşekkül ettirilmesi gerekmektedir. KSS raporlamalarının halka açık olması da
alana ilişkin şeffaflığı artıracaktır.
Türk sivil toplumunda ayrıca, hayır
hasenat yaklaşımı çok yaygın şekilde gözlenmektedir. Bu yaklaşım kendisini
binaya ve restorasyona bağışta göstermektedir. Bu durum bağışçıların oldukça
kolayına gelmektedir. Bu ise, ülkemizin ekonomik ve sosyal kalkınması
arasındaki farkı açmaktan öteye geçmemektedir. Ülkelerin insan kaynağı
kaliteleriyle rekabet ettikleri bir çağda hala binaya bağış yapılması gibi
uygulamaların yaygınlığı anlaşılamamaktadır. Eğitime yüzde 100 destek kampanyasında
olduğu gibi eğitimden sorumlu Bakanlığın çıkarttığı mevzuatta bile bu durumun
yaygın olduğu görülmektedir. Bunun yerine, soyut alanlar olan çevresel ve
beşeri kaliteye destek mekanizmalarının ve bilincinin yaygınlaştırılması
gerekmektedir.
Sivil topluma ilişkin diğer bir önemli
nokta da, yetenekli, iyi eğitimli, yöneticilik kapasitesini haiz insanların
alana yönelmemesidir. Sivil toplumda kariyer olabileceği düşünülmemektedir. Bu
kimseler tarafından alana verilebilecek mentörlüğün bile sivil alanda büyük
dönüşümler sağlayabileceği aşikardır. Özel Sektör Gönüllüleri Derneği ve SGK
Gönüllüleri gibi oluşumların artarak devam etmesine ihtiyaç bulunmaktadır.
Bununla birlikte, sivil topluma yönelen kaliteli insan kaynağının iç
çekişmelerle uğraşmaması, yıldırılmaması, çay-kahve getir-götür işlerinde
kullanılmaması gerekmektedir.
Sivil toplumun sosyal kampanya yönetimi
konusunda kapasite geliştirmesi gerekmektedir. Özellikle bu alanda büyük bir
eksiklik göze çarpmaktadır. İçinde bulunduğumuz ağ toplumunun nimetlerinden en
iyi şekilde yararlanması gereken sivil toplumda buna ilişkin farkındalığın
artırılması gerekmektedir. Sosyal ağların bedava olması, etkili sosyal ağ
yönetme becerisini edinemeyen sivil toplum yöneticilerinin zaman içinde sosyal
medya stresine girerek bu alandan uzaklaşmaları ve sosyal ağ yönetimini
beraberinde getirmektedir. Bu alanda yürütülen eğitim ve kapasite
geliştirme çalışmalarının artırılmasına ihtiyaç bulunmaktadır.
Sonuç olarak, üçüncü sektör olduğu
belirtilen, verimlilik çarpanı yüksek olduğuna inanılan, 21. yüzyılda kariyerin
ve en etkili öğrenmenin sivil toplumdan geçeceği belirtilen bir alanda Türk
sivil toplumu emeklemekten yürümeye geçerken, hala yarım adamın yarım
adımlarıyla yol almaktadır. Türk sivil toplumunun hak ettiği şekilde üçüncü
sektör olabilmesi için önemli bir paradigma değişikliğine ihtiyaç vardır. Bu
çalışma, sivil yolculuğumuzda karşılaştığımız zorluklar ve edindiğimiz
tecrübelere dayanarak hazırlanmış olup, bu paradigma değişikliği arayışlarına
katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. Paradigma değişirse, Türkiye değişir, insan
değişir, gezegen değişir. Değiştirmek umuduyla...
Bu yazı, Abdullah OSKAY tarafından kaleme
alınmıştır. OSKAY, Koruyucu Aile Evlat dinme Derneği Başkanı, Hayat
Sende Gençlik Akademisi Derneği Yönetim Kurulu Üyesidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder