24 Ağustos 2013 Cumartesi

Yakınımızdaki Uzak Dünyalar: Devlet Korumasındaki Çocuklar


  1. Mevcut Durum
Sağlıklı nesillerin yetişmesi için çocukların sağlıklı ailelerde yetişmesi temel kabul olarak ele alınır. Ya ailesi olmayan, düşkün bir aileye sahip olan, ailesi maddi yoksunluk içinde olan, ailesi tarafından ihmal edilen, sokakta çalıştırılan, töreden kaçırılan çocuklar olursa bu çocukların sağlıklı ortamlarda yetişebilmesi nasıl sağlanacaktır? Çözüm elbette toprakları üzerinde yaşayan her canlının refahından sorumlu olan devletin öncülüğü ve yol göstericiliğinde, halkın da aktif ve empati gösteren bir yaklaşımla bu çocukları sahiplenmesiyle sağlanabilecektir.
Hâlihazırda ülkemizde çocuk evi, çocuk yuvası, yetiştirme yurdu, sevgi evi gibi farklı bakım modellerinde 11.825 çocuk ve genç barındırılmaktadır. Koruyucu aile hizmet modelinde ise, 2.322 aile 2.759 çocuk ve gencin bakımını üstlenmiş durumdadır. Evlat edinme hizmet modelinden yararlanan çocuk sayısı ise, istatistiklerin yayınlanmaya başladığı tarihten bu yana 12.472’ye ulaşmıştır. (ÇHGM, Temmuz 2013 İstatistikleri)
Ülkemizde korunma gereksinimi olan çocuklar üzerine kapsamlı bir mevzuat geliştirilmiştir. Farklı bakım modelleri ile çocukların refahı artırılmaya çalışılmaktadır. Sivil toplum kuruluşlarının da aktif katkısı hızla artmaktadır. Toplumda da çocukların sorunlarına ilişkin farkındalık yükselmektedir. Devlet korumasında yetişenler de artık seslerini daha fazla yükseltebilmektedir. Bununla birlikte, tüm yapılanların yanı sıra yapılması gerekenler de vardır.
Bu çalışma, devlet korumasında yetişen bir grup idealist genç tarafından kurulan Hayat Sende Gençlik Akademisi Derneği tarafından hazırlanmış olup, devlet korumasında kalan çocuk ve gençler ile ayrılan gençlerin sorunları ve olası çözüm önerilerini ele almaktadır. Ülkemizde uzun yıllardır korunma gereksinimi olan çocuk ve gençlere ilişkin kanıta dayalı bilimsel çalışmaların yetersizliği ve alana ilişkin farkındalığın zayıf olmasından dolayı, çalışma önemli ölçüde Hayat Sende Derneği üyelerinin kendi yuva ve yurt deneyimleri ile yaptıkları saha çalışmalarına ilişkin gözlemlerden oluşmaktadır. Bunun yanı sıra, sosyal ağlar üzerinden örgütlenen devlet korumasındaki kişilerin de sorun ve beklentileri olabildiğince dahil edilmiştir.
Çalışma, devlet korumasında kalan çocuk ve gençlerin yaş grupları temelinde ayrımlandığı dönemlerin sorunlarının ele alınması ile başlayacak ve daha sonra tematik sorunların ele alınması ile sürdürülecektir.

  1. Yaş Grubuna Dayalı Sorun Alanları ve Çözüm Önerileri
2.1. 0-6 Yaş Arası Sorunlar ve Çözüm Önerileri

Devlet korumasında kalan bebek ve çocuklara ilişkin ülkemizdeki en önemli eksikliklerden birisi, bebek terklerine ilişkin önleyici mekanizmaların ülkemizde tesis ettirilememiş olmasıdır. Gelişmiş ülkelerde bebek terklerinin yoğun olduğu bölgelere küvözler konulmakta, loğusa annelere psikososyal destek mekanizmaları artırılmakta, bebek terklerine ilişkin istatistikler yayınlanmakta ve bu sayede bebeklerin terki önlenmeye veya terk edilse bile sağlıklı ve hijyenik ortamlara terki mümkün kılınmaya çalışılmaktadır. Ülkemizde de bu konulara ilişkin kapasite geliştirmeye ihtiyaç bulunmaktadır.
0-6 yaş arası beyin gelişiminin büyük bölümünün şekillendiği bir dönemdir. Bu dönemde ailede yetişen çocukların ailelerin cesaretlendirmesiyle beyin gelişimleri, psikomotor becerileri hızla gelişmektedir. Ayrıca, çocukların anne babalarıyla kurdukları bağlanma örüntüleri de çocuğun dünyayı tanıması ve anlamlandırması için gerekli olmaktadır. Kurumlarda ise, 0-3 yaş arası çocukların bir günde 18 saate kadar karyolaların arkasında kaldıkları, erişkinlerle ve birebir bakımverenlerle yeterli derecede temas ve iletişim kuramadıkları için dil becerileri, psikososyal becerileri gelişememektedir. Bu yönüyle, 0-6 yaş arası hiçbir çocuğun kurumlarda bakılmaması gerekmektedir. Özellikle bu yaş grubunda aile yanında bakımın yaygınlaştırılması sağlıklı nesiller yetiştirilmesi için zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.

2.2. 7-12 Yaş Arası Sorunlar ve Çözüm Önerileri

Bu yaş grubu çocuğun okul aracılığıyla önemli bir sosyalleşme aşamasına geçtiği aralıktır. Yuvalarda kalan çocuklar için bu yaş grubunun en sıkıntılı yanı, bireyselliklerinin yok edildiği, aynı kıyafetlerin giydirildiği, saçların aynı şekilde kesildiği, gruplar halinde okula gidilme gibi ortak yaşama zorlanması gelmektedir.
Örnek olarak, yuvadaki çocuklar arasında saçların üçe vurulması bir travmadır. Bir geribildirimde bir gencimiz, dershanede yuvadan bir kıza öğretmen, “Yavrum sen kız mısın erkek misin, kusura bakma vallahi anlayamadım.” dediğinde o kızın hıçkırarak ağladığını anımsadığını belirtmiştir.
Yine eski uygulamalardan birinde çocuğa elli kuruş verip simidini kendi almasını sağlamak yerine yuva idaresi toplu şekilde parayı okula ödediği ve yuvadan da bir çocuğun simit görevlinin 20 simidi koluna takıp sınıf sınıf gezdiğini ifade etmiştir. Çocuklara aynı tarz kıyafetlerin giydirilmesinin de en çok şikayet edilen konuların başında geldiği görülmektedir. Özellikle küçük nüfuslu illerde sokakta yürüyen bir çocuğun yuvalı olduğu kolayca kıyafetinden anlaşılabilmektedir.
Toplumun bu yaş grubundaki çocuklara bakış açısında da önemli sıkıntılar olduğu görülmektedir. Bu yaş grubundaki çocuklara hayır-hasenat yaklaşımıyla yardımda bulunulmak istendiği, fakat okulda yuvadan gelen çocuklarla kendi çocuklarının aynı sırada oturtulmasına tepki gösterdikleri gibi durumlara rastlanmaktadır. Bir geribildirimde öğretmenin 6 yuvalı çocuğun olduğu bir sınıfta “Kitaplarınızı unutmayın. Yuvalılar siz de!” demesinin yuvada kalan çocukları ağır derecede incittiği belirtilmiştir.
Kısacası,  çocukların bu yaş grubunda bireyselliklerinin çok az olduğu, toplum ve okuldaki öğretmenler ve hizmetli personel tarafından kolayca damgalanabildikleri, etiketleme yüzünden yuvada kalan çocukların bilinçlerinin önemli ölçüde yaralandığı  görülmekte ve buna neden olan etiketlemeyle ve sosyal dışlanma ile mücadele için kolektif bilinçte dönüşüm gerekmektedir. Bunun da yolunun bu çocuklara ilişkin imaj yönetimi  çalışmaları yapılması, çocukların medyada sinirli ve tehlikeli gösterme eğiliminin ve çocukların kategorize edilmesinin önlenmesi, öğretmenlere bu çocuklara nasıl davranacaklarına ilişkin bilgiler ve hizmetiçi eğitimler verilmesi ve koruyucu aileliğin, yuvanın, yurdun, evlat edinmenin pedagojik formasyon müfredatına konulmasının sağlanmasıyla gerçekleşeceği düşünülmektedir.

2.3. 13-18 Yaş Arası Sorunlar ve Çözüm Önerileri

Bu yaş grubunda çocukların ve gençlerin daha fazla bireyselliklerini vurgulayabildikleri görülmektedir. Aynı tip kıyafet uygulamaları, aynı şekilde saç kesme vb. yöntemler uygulanmamaktadır. Bununla birlikte, özellikle akran şiddetinin bu yaş grubunda yoğun olduğu görülmektedir.
Diğer bir sorun olarak da, yeterli psiko-sosyal ve rehberlik desteklerinin en çok bu yaş grubunda ihtiyaç duyulmasına rağmen bulunmamasıdır. Çocukların ve gençlerin hayatlarının dönüm noktalarını oluşturacak sınavlara girdikleri veya hangi okullara gitmelerine karar verecekleri bu dönemde, oldu-bittilerle çocuk ve gençlerin arzuları hilafına kurum yöneticilerinin uygun gördüğü okullara gönderilebilmektedir.
Diğer bir nokta da, ülkemizde koruma-bakım ve rehabilitasyon merkezinin hem nicel hem de nitel olarak yetersizliğidir. Birçok durumda Çocuk Koruma Kanunu ile Korunmaya Muhtaç Çocuklar Kanunu çerçevesinde devlet korumasına alınan çocukların aynı kurumlarda birlikte kaldıkları görülmektedir. Bu durumda ise, rehabilite ihtiyacı olan çocuk ve gençler, diğer gençleri olumsuz etkileyebilmektedir.
Bu yaş grubunda diğer önemli bir sorun da, çocukların 3413 sayılı Korunmaya Muhtaç Çocukların İşe Yerleştirilmesi Hakkında Tüzük kapsamında işe yerleştirileceğini bilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu durumda çocuklar, potansiyellerini gerçekleştirememekte, hazır iş var yaklaşımıyla eğitimlerine gereken önemi vermemektedir. Kurumdaki yöneticiler de, çocuğa ilişkin okulda tesis edilmesi gereken disiplin mekanizmalarının çalıştırılmamasını ve okul yöneticileri nezdinde yapılan her türlü davranışın sümenaltı edilmesini çocukların memuriyete atanamayacakları gibi kaygılarla savunmakta, bu durumda da çocuğun devleti baba gibi gören ve her zaman yanında olacağını düşünen, yurtlu olmayı imtiyaz olarak algıladığı, hatta bazen istismar ettiği ve yurtlu kolaycılığının sahiplenildiği bir yaklaşıma geçilmektedir. Bunun yerine çocukların akranlarıyla yeterli sosyalizasyonun sağlandığı ve eşdeğer şekilde rekabete hazırlandığı, potansiyellerini gerçekleştirebileceği ortamların savunulması gerekmektedir.

2.4. Üniversite Öğreniminde Korunma Gereksinimi Olan Gençlere İlişkin Sorunlar ve Çözüm Önerileri

Devlet korumasında yetişen gençlerin  yarıya yakını üniversite öğrenimine devam etmektedir. Üniversite öğrenimi süresince ise korunma kararı uzatılmaktadır. Gençlerin yüzde 10’u dört yıllık, yüzde 40’ı iki yıllık mezunu olarak kurumdan ayrılmaktadır. Devlet korumasında kalan gençlerin eğitim ortalaması ortalama 13 yıl iken, ülkemizde bu ortalama 6,5 yıldır.
Devlet korumasında kalan gençlerin üniversiteye gitmesi durumunda ülke çapında yeknesak uygulamalar bulunmamaktadır. Örneğin bir geribildirimde Afyon Kocatepe Üniversitesinde evde kalmak isteyen bir üniversite öğrencisi, Kredi Yurdunda kalmadığı için kurumdan çıkarılmak zorunda kaldığını belirtmiştir. Aynı dönemde ise, Isparta’da üniversite öğrenimine devam eden bir öğrenci evde kalabilmiştir.
Devlet korumasında üniversite öğrenimine devam eden öğrencilere çok fazla miktarda karşılıksız burs çıkmaktadır. Verilen bursların karşılıksız olması gençleri kolaycılığa alıştırmaktadır. Bunun yerine, karşılıklı ve gönüllülük temelli bursların yaygınlaştırılmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
Akademik enflasyonun yaşandığı günümüzde 25 yaşından sonra korunma kararı yüksek lisans veya doktora eğitimine devam etmek isteyen gençlere kapanmaktadır. Bu durum bu gençlerin akranlarıyla rekabet kapasitesini düşürmektedir. Alınan bir geribildirimde 24 yaşında yüksek lisansa devam etmek isteyen bir gence bunun mümkün olamayacağı ifade edilerek, kaydı silinmiştir. 25 yaş düzenlemesinin yüksek lisans için 27, doktora için 30 yaşa kaydırılmasının yerinde olacağı değerlendirilmektedir.

  1. Tematik Sorun Alanları ve Çözüm Önerileri
3.1. Etiketleme ve Sosyal Dışlama

Kurumlardaki çocuklar temelde maddi yoksun olmaktan öte sosyal yoksundur. Çocukların ve gençlerin yeterli sosyalleşme olanağı yoktur. Çocuk ve gençler ayrıca sokak çocukları veya taş atan çocuklar gibi kategorize edilmektedir. Medyada çocuklar tehlikeli gösterilmektedir. Batı toplumlarında Sindrella, Süperman, Süper Baba gibi hikaye ve filmlerle kolektif bilinçte çocuklara ilişkin iyi algılar oluşturulmakta iken, ülkemizde ise çocuklar Maskeli Beşler filminde hırsızlık çetesi kurmakta, Kabadayı filminde yuvada yaşadığı tacizden dolayı toplumdan öcünü almaktadır. Gazetelerde de bu duruma sıkça rastlanmaktadır. Örneğin Erman Toroğlu bir yazısında kötü giden milli takım için, “Burası Yetiştirme Yurdu değil, çocuk yuvası hiç değil.” demektir.
Tüm bu örnekler göstermektedir ki, ülkemizde devlet korumasındaki çocuklar kapsamlı bir etiketlemeden muzdariptir. Kimisi bilerek kimisi de bilmeyerek bu çocukları etiketlemektedir. Halbuki, yapılan yaygın etiketleme bu çocuk ve gençlerin özgüvenlerini kırmakta, çocukların kendilerini toplumsal hiyerarşinin en altına koymalarına neden olmaktadır. Etiketleme yuvada kalan çocukların bilinçlerinin önemli ölçüde yaralanmasıyla sonuçlanmaktadır. Etiketlemeyle kapsamlı bir şekilde mücadele edilmesi gerekmektedir. Demir parmaklıklar ardında bu çocukların oynayacağı parklar yerine, bu çocukları diğer çocukların oynadığı parklara taşımak, bu çocukların korolarını şehir tiyatrosu gibi sağda solda dolandırmak yerine bu çocukları şehrin diğer çocuklarının bulunduğu korolara vermek gibi uygulamalarla etiketlemelerin önüne geçilebilir. Tüm bunlar yüzünden çocuk toplumda dışlanmakta ve toplumla arasında bir sosyal duvar oluşmaktadır. Bu sosyal duvarın yok edilmesi, sosyal duvarın yükselttiği olumsuz yuva ve yurt kelimelerinin içini boşaltılması ve olumlu anlamlarla yeniden doldurulması gerekmektedir. Kısacası, yuva ve yurda ilişkin kolektif bilinci dönüştürmek gerekmektedir. Bunun da yolunun kurumların adını değiştirerek olmayacağı, olumlu örneklerin daha fazla önplana çıkarılarak olacağı muhakkaktır.

3.2. Kurum Bakımından Topluma Geçişte Çocuklar

Kurum bünyesinde kalan çocuklara yönelik çalışmalar çok kapsamlı olmasına rağmen yurttan ayrılan gençler ihmal edilmektedir. Bu çocuklar hâlihazır düzenlemelerle hiçbir dayanakları olmadan yurttan çıkmaktadır.  Doğu Avrupa’daki istatistiklere göre yurttan ayrıldıktan sonra bu kızların yüzde 14’i fuhuşa sürüklenmekte, yüzde 20’si suça sürüklenmekte, yüzde 10’u canına kıymaktadır. Moldova’da ise, kurumlardan ayrılan gençler insan kaçakçılığına akranlarından 10 kat daha fazla maruz kalmaktadır. (Georgette Mulheir, Tragedy of Orphanages - Ted Talks) Ülkemizde ise bu konuya ilişkin kaliteli veri bulunmamaktadır.
Bakanlık iş tanımında açıkça belirtilmesine rağmen çocuklar izlenmemektedir. Halbuki işten atılmalar çok yaygın bir şekilde gözlenmektedir.  Kurumda her sorunun cevabı İşe Yerleştirme Yasası ile verilmektedir. Bu cevap ise yetersizdir. Çalışmalarımızda sıkça rastladığımız üzere, kurumdan ayrıldıktan sonra psikolojik baskılar, cinsel taciz haberleri bulunmaktadır. Dahası, bunları gündeme getirmeye kalktığımızda hem bakanlıkta hem de vatandaşta işe yerleştirme yasası bu çocuklara verilmiş ve abartılı bir imtiyaz olarak görülmektedir. Halbuki bu yasaya, burada kalan çocukların potansiyellerini gerçekleştirmelerinin önünde bir engel olarak bakılması gerekmektedir. Bunun da en önemli nedeni, kurumların çocukları hep alt pozisyonlarda istihdam etmek istemeleridir. Burada mutlaka bir farklılaştırma yapılmasına ihtiyaç vardır. Çocukların eğitim burslarıyla çok dilli / çok kültürlü ülkelere gitmesin teşvik edilmesi gibi uygulamaların yaygınlaştırılmasının çocuklara önemli bir vizyon sağlayacağına inanılmaktadır. Özel üniversitelerde bu çocuklara kontenjanlar açılabilir. Bu noktada motivasyonel unsurların çok iyi kurulmasına ihtiyaç vardır. Bu gençlere girişimcilik hibeleri gibi hibeler verilip, KOSGEB kredilerinden daha düşük faizle yararlandırılmalarının sağlanmasının uygun olacağı düşünülmektedir. 
Son dönemde Bakanlık tarafından Bakım Sonrası Hizmetler Dairesi kurulacağı ifade edilmektedir. Ayrıca, yurttan ayrıldıktan sonra SGK primlerinin özel sektörde istihdam edilmesi durumunda 3 yıl devlet tarafından üstlenileceği ifade edilmiştir. Bunlar önemli gelişmeler olmakla birlikte yetersizdir. Özellikle yurttan ayrılan gençlerin hayata adaptasyonunda arayüzlere ihtiyaç bulunmaktadır. Daha önce devlet eliyle denenen Gençlik Evleri gibi modeller başarısız olmuştur. Bu noktada, kar amacı güden sosyal girişimlere ihtiyaç bulunmaktadır. Örneğin illerde Yurt Cafe, Yurt Pastanesi gibi mekanlar açılıp, burada yurttan ayrılan gençler sosyal ve mali hakları sağlanarak çalışabilir. Ayrıca, buralarda pastacılık gibi profesyonel aşçılar nezaretinde kurumda kalan çocuk ve gençlere yönelik hobi kursları düzenlenebilir. Ayrıca, Nar Taneleri Projesindeki gibi, yurttan ayrılan gençlere mentörlük desteği verecek başarılı insanlara ve projelere ihtiyaç bulunmaktadır.
Kurumdan ayrılan gençlerin evlenme gibi durumlarda da sorunlar yaşadığı, ailelerin yurtta yetişen gençleri kendi çocuklarına eş istemedikleri yaygın alınan geribildirimlerdir. Ayrıca, düğünlerde ve özel günlerde gençler çok yalnız kalmaktadır. Katılım sağlanan bir düğün organizasyonun yurttan olan gencin sadece dört yakınının bulunması, diğer tarafın ise 150 yakınının olmasının evlilikten yıllar sonra bile konuşulduğu belirtilmiştir. Bu noktada, mülki amirlerin daha fazla devreye girmesi ve destek olmasının uygun olacağı değerlendirilmektedir. 

3.3. Kardeşlerden ve Ailelerden Keyfi Ayrılma

Kurumlarda kalan çocukların çok büyük bir kısmı yaygın bilinenin aksine kimsesiz değildir. Bazı çocuklar töreden kaçırılma,  ailelerin çalışmaya zorlayarak istismar etmesi gibi nedenlerle biyolojik aileleriyle görüştürülmemektedir.  Çocukların çoğunun ise aileleriyle görüştürülmelerinde sakınca bulunmamaktadır. Bununla birlikte, çocukların ailelerinin büyük çoğunlukla kapitalist dönüşüme uyum sağlayamamış, sosyal devletin gelişmediği alanlardan geldiği, bilet parasını alamayacak kadar yoksul olduğu gibi durumlar çocukların aileleriyle görüşmelerini engellemekte ve aile bağları zaman içinde kopmaktadır. Ayrıca, çocukların köy kültüründen kent kültürüne geçişi, zaman içinde aileye yabancılaşmayı da beraberinde getirmektedir. Ülkemizde her ne kadar aile yanında destek hizmetleri yaygın olsa da, bu alanda özellikle ailelerin ekonomik yönden güçlendirilerek çocuklarıyla irtibatlarının sağlanmasına ihtiyaç bulunmaktadır.
Kurumlarda kalan kardeşlerin de cinsiyete ve yaşa göre keyfi bir şekilde ayrılmasının engellenmesi gereklidir. Alınan bir geribildirimde bir kız ve bir erkek kardeşin 10 yıl görüşemediği belirtilmiştir. Bazı durumlarda kardeşler kurumda kaldıkları süre boyunca görüşememektedir. Evlat edinme veya koruyucu aileye giden kardeşler arasında da bağların isteyerek veya istemeyerek koparılması durumu da çok yaygındır.

3.4. Koruyucu Aile Hizmet Modeli

60 yıllık akademik çalışmalar kurum bakımının çocuk istismar ve ihmalinin tepe noktası olduğunu göstermektedir. Bu doğrultuda, uluslararası sözleşmelerde çocuk refahının aile yanında sağlanabileceği net bir şekilde kabul görmüştür. Taraf olduğumuz Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi de “Her Çocuğun Sevgi Dolu Bir Ailede Yaşaması” gerektiğini belirtmektedir. Bu anlaşma doğrultusunda, ülkemizde koruyucu aile modeli uzun yıllardır yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır. BU model son olarak 14 Aralık 2012 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanan Koruyucu Aile Yönetmeliğiyle kapsamlı bir revizyona tabi tutulmuş ve birçok alanda yenilikleri ve çağı yakalayan bir mevzuat ortaya çıkarılmıştır.
Koruyucu aile modeli, aile yanında yetişemeyen çocuklar için dünya çapında yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Gelişmiş ülkelerde devlet korumasındaki çocukların yüzde 85’i koruyucu ailededir. Ülkemizde ise bu oran 2013 yılında yürütülen Gönül Elçileri projesine rağmen yalnızca yüzde 20’ler civarındadır. Hayat Sende olarak tam destek verdiğimiz koruyucu aile hizmet modeli tanıtılırken bazı hususların yeniden gözden geçirilmesinde yarar bulunduğu gözlenmiştir.
 Öncelikle koruyucu aile hizmet modelinden yararlanmak için giden çocuk “Bir melek geliyor.” edasıyla gönderilmektedir. Çocuğun geçmişi hakkında koruyucu aileye yeterince bilgi verilmemekte, hastalıkları ve sorunlarının üstü örtülmektedir. Bu durumda aileler de oldukça zorlanmakta ve yeterli destek alamamaktadır.
Koruyucu aileler arasındaki bilgi ve tecrübe aktarımına ilişkin mekanizmalar da yetersizdir. Bir geribildirimde koruyucu aile, yuvadan gelen çocuğu ilk gün yıkadığınızda çocuğa geçmişinin kirli olduğu hissini verdiğini, bunun için çocuğun ilk gün yıkanmaması gerektiğini, eşyalarını da atmamak gerektiğini belirtmiştir. Bu gibi küçük ayrıntıların diğer koruyucu ailelere aktarılması ve sorunların üstesinden gelebilmek için Koruyucu Aile Akademisi Vakfının, Öğretmen Akademisi Vakfı modelinde kurulmasının uygun olacağı değerlendirilmektedir.
Koruyucu aile ile evlat edinme hizmet modelinin farklı hizmet modelleri olduğu Bakanlıkça yeterince işlenmemekte, aksine birbirinin yerine ikame edilmeye çalışılmaktadır. Evlat edinmek isteyen ailelere verilen bir yemekte, Sayın Bakan Fatma ŞAHİN tarafından evlat edinme yerine koruyucu aile olunabileceği belirtilmiştir. Bu iki modelin çok ayrı modeller olduğu açıkça vurgulanmalıdır.
Koruyucu aileliğin tanıtılmasına ilişkin Hayat Sende olarak Bir Küçük, Bir Gülücük: Koruyucu Aile Tanıtım Elçileri projesi yazılmış ve ilk olarak Denizli Koruyucu Aile Derneği ve Pamukkale Üniversitesi işbirliğinde Denizli’de uygulanmıştır. Modelin diğer illerde de yaygınlaştırılmasının koruyucu aileliğe ilişkin farkındalık düzeyinin artırılmasına önemli ölçüde katkı sağlayacağı değerlendirilmektedir.
Öte yandan, koruyucu aile hizmet modeline ilişkin denetim kapasitesinin hızla artırılması, yerel yönetimlere koruyucu aile denetiminde daha fazla yetki verilmesi, modelin yerleşik olduğu ülkelere düzenli çalışma ziyaretleri yaparak kapasite geliştirmenin gerekli olduğu değerlendirilmektedir.

3.5. Temel Yaşam Becerilerinin Kazandırılamaması

Kurumlarda kalan çocukların önemli eksikliklerinden biri de temel yaşam becerilerinin kazandırılmamış olmasıdır. Geribildirimlerde 18 yaşında kadar sinemaya ve markete gitmeden, hiç ekmek almadan, hiç yemek pişirmeden, hiç düğüne gitmeden, doğru dürüst hiç bütçe yapmadan yurttan ayrılındığı belirtilmekte ve yaşayarak öğrenme deneyiminin neredeyse hiç olmadığı ifade edilmektedir. 
Temel yaşam becerileri kazanılamadığında, çocuk kurumdan ayrıldığında ne bütçe yönetebilmekte ne de ev hayatına alışabilmektedir. Bu konuda son on yılda çocuk evi modeline geçişle birlikte önemli mesafeler alınmasına rağmen hala gidilmesi gereken epeyce bir yol olduğu görülmektedir.

3.6. Bağlanma Bozuklukları

Kurumlarda kalan çocukların birebir bakımverenle ilişki kuramaması, bakımverenlerin ve ziyaretçilerin sürekli değişmesi çocukların güvenli bağlanma ilişkileri geliştirmelerini engellemekte ve bağlanma bozuklukları ortaya çıkmaktadır. Özellikle bebeklik döneminde güvenli bağlanma ilişkileri geliştiremeyen bireylerin zaman içinde herkese çok çabuk bağlanma veya kimseye bağlanamama gibi sorunlara neden olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumun evlenme gibi duygusal ilişkiler başta olmak üzere kişinin hayatının hemen her evresine etkide bulunduğu düşünülmektedir.

3.7. Personelin Hizmetiçi Eğitiminin Yetersizliği

Kurumdaki personelin idareci, uzman, öğretmen, psikolog, sosyolog, bakımveren dahil mesleki tükenmişlik duygularının çok yaygın olduğu, kimi personelin hemen hiç hizmet içi eğitim almadığı geribildirimleri bulunmaktadır. Bu durumun üstesinden gelebilmek için sivil toplum kuruluşu modelinde Öğretmen Akademisi Vakfı örnek alınarak Sosyal Hizmetler Akademisi Vakfı adında teşkilatlandırılmasının ve kurum personeline hayat boyu öğrenme çerçevesinde eğitimler verilmesinin, tecrübe aktarımının teşvik edilmesinin önemli olduğu değerlendirilmektedir.

  1. Sonuç
Ülkemizde korunma gereksinimi olan çocuk ve gençlerin refahında son yıllarda hızla artışlar olmakla beraber bazı sıkıntılar da süregelmektedir. Hayat Sende Gençlik Akademisi Derneği, devlet korumasında yetişen bir grup idealist genç tarafından kurularak, devlet korumasında kalan çocuk ve gençlerin yaşam kalitesini artırmak için çalışmalar yapmaktadır. Bu çalışma, Hayat Sende üyelerinin hem kendi tecrübeleri hem de yaptıkları saha ziyaretleri ve hedef kitleyle birlikte yapılan etkinlikler aracılığıyla edinmiş olduğu deneyimle, devlet korumasında kalan çocuk ve gençlerin sorunlarını ele almaktadır.
Çalışmada sorunlar ve çözüm önerileri iki temelde ele alınmıştır. İlk olarak, sorunlar yaş grubuna göre tasnif edilmiş; ikinci aşamada ise, tematik sorunlar ele alınmıştır. Sorunlar seçilirken en öncelikli olanlar belirlenmiş ve çözüm önerileriyle birlikte ele alınmıştır.
Tüm sorunların aslında, toplumun bu çocuklara acıma, korku ve merak karışımı bakış açısını değiştirmekle ve toplumla bu çocukların arasındaki sosyal duvarı yıkmakla aşılacağına olan inancımızla, çalışmamızın Türkiye’nin en büyük ailesine faydalar getirmesini diler, yüreği daha iyi bir toplum için atan herkese en derin saygılarımızı sunarız.


1 yorum:

  1. kaleminize sağlık.. çok yararlı oldu.. acıma dolu bakışımın değişime muhtaç olduğunu anladım. teşekkürler.

    YanıtlaSil