Hayat
Sende Gençlik Akademisi Derneği, 2007 yılında devlet korumasından
ayrılan bir grup idealist genç tarafından kurulmuş olup, sivil toplumda
dezavantajlı bir kesim olan devlet korumasında yetişen çocuk ve
gençlerin sorunları hakkında farkındalık artırmak, sorunların çözümünde
modeller oluşturmak amacıyla çalışmalar yapmaktadır. Bu çalışma, Hayat
Sende’nin sivil alanda yaptığı çalışmalarda karşılaştığı sorunları,
sivil topluma ilişkin Hayat Sende’nin bakış açısını ele almaktadır.
Öncelikle
Türk sivil toplumunun hemen her kesiminde kariyerizm eğilimleri çok
baskındır. Sivil oluşumlar yoğun şekilde siyasi bir görüşe angaje
olmaktadır. Bu durum, sivil toplumun partilerüstü olması gereken
anlayışına ters düşmektedir. Ayrıca, sivil toplum kuruluşları çoğunlukla
tek kişiye dayalı yapılar olarak teşekkül etmektedir. Bu haliyle bu
oluşumlar ordusuz generallere benzemektedir. Tek kişiye dayalı
oluşumlarda sorun hakkında farkındalık oluşturmaya dayalı sivil
mantıktan ziyade, birilerinin işini çözmeye dayalı popülizm
yaygınlaşmakta ve bu durum gerek kamu gerekse toplumla sağlıklı diyalog
kanallarının kurulmasını zorlaştırmaktadır. Bunun yerine, sorun çözücü
değil, sorun önleyici mekanizmalara odaklanılması gerekmektedir.
Sivil
toplumun diğer bir önemli sıkıntısı da, amaçlarını gerçekleştirmeye
yetecek miktarda kaynak geliştirememesidir. En önemli özkaynaklardan
olan üye aidatı temelli örgütlenme bilinci çok zayıftır. Bu durum sivil
toplum kuruluşlarını dışkaynaklara bağımlı hale getirmektedir. Özellikle
son dönemde hızla yaygınlaşan proje mekanizmaları yoluyla kaynak
devşirme, sivil toplum kuruluşlarını hedef kitleden ve ana amaçlarından
uzaklaştırmaktadır. Bu durum, açık bir şekilde sivil toplumda hibe
avcılığının yerleşmesine neden olmuştur. Hibe avcılığıyla etkili bir
şekilde mücadele edilebilmesi için ise, sivil topluma yönelik vergi
avantajları sağlanması, kendi özkaynaklarını yaratabilmesi, devletin
mali despotizminin bu kurumlar üzerinden kalkması gerekmektedir.
Öte
yandan, Türkiye’deki vakıfların büyük çoğunluğunun hak temelli olmaktan
ziyade hayır işleri yapmaya odaklandığı görülmektedir. Vakıflar bu
amaçlar doğrultusunda bağış toplayabilmektedir. Vakıfların bağış
toplayabilmesi, büyük çoğunlukla hak temelli örgütleme yapan derneklere
gidecek kaynakları azaltmakta ve bu durumda sivil katılım düşmektedir.
Batı ülkelerinde çok yaygın olarak kullanılan belli bir amaca herkesin
kaynak aktarması (crowdfunding) ve sosyal girişimleri fonlayan yatırım
fonları gibi uygulamalar da yeterince yerleşmiş değildir.
Sivil
toplumun diğer bir kronik problemi de, alandaki kurumsal kapasitelerin
zayıf olmasıdır. Bu zayıflığı gidermeye yönelik yenilikçi mekanizmalar
yoktur. Halbuki sosyal farkındalığı ve insan kaynağı kalitesi yüksek
insanların bulunduğu sivil toplumda ağ ilişkileri yoluyla çok kapsamlı
bir dönüşüm başlatılabilir. Avrupa Birliği tarafından desteklenen Sivil
Toplum Geliştirme Merkezi, Sivil Toplum Kuruluşları Teknik Destek
Mekanizması gibi mekanizmalar ülke sivil toplumuna oldukça elitist bir
açıdan yaklaşmaktadır. Belirtilen ağ kuruluşlarının aşırı profesyonel ve
hedef kitleden uzak olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Kurumsal
kapasite bağlamında önemli bir eksiklik de sivil toplum kuruluşlarında
planlama anlayışının yetersizliğidir. Bu durum sivil toplum
kuruluşlarının vizyon ve misyonlarının belirsiz olmasına neden
olmaktadır. Ayrıca, birbirine entegre bir şekilde planlama, programlama,
bütçeleme ve raporlama yapılamamaktadır. Zaten sivil topluma ilişkin
toplum ve devlet nezdinde varolan güvensizlikle beraber sivil toplum
kuruluşlarının şeffaflık yerine içe kapanmayı seçmesi sorunu
kronikleştirmekte ve bir kısır döngüye neden olmaktadır. Bu durumun
önüne geçilebilmesi için mevzuatta değişiklikler yapılması ve sivil
toplum kuruluşlarının bütçelerinin ve faaliyet raporlarının internet
sitelerinde yayınlanması sağlanmalıdır. Öte yandan, etkili bir raporlama
sisteminin kurulmasının etki analizi ölçümü yapılmasını ve sağlanan
sosyal ve çevresel faydayı sağlamada kilit rol oynacağı unutulmamalıdır.
Sivil
toplum kuruluşlarının kurumsal kapasitelerine ilişkin bir diğer
sorunda, gönüllü yönetimi kapasitelerinin çok az olmasıdır. Gönüllü, bir
sivil toplum kuruluşunun toplumla bağ kurduğunu, anlaşıldığını,
sahiplenildiğini göstermesi açısından çok önemlidir. Türk sivil toplumu
henüz bunu idrak etmekten uzaktadır. Bunun yerine sivil toplum
yöneticileri gönüllü bilincinin olmaması, gönüllülerin çabuk sıkılıp
yorulduğu gibi söylemleri dile getirmektedir. Bu alanda kapasite
geliştirilebilmesi için gönüllü yönetiminin tam zamanlı bir iş olarak
aalaşılması, iletişim, koordinasyon ve kaynak geliştirme alanında
deneyimli kişilerin bu alanda çalışması gerekmektedir.
Sivil
topluma ilişkin bir diğer eksiklik de, kurumsal sosyal sorumluluk (KSS)
uygulamalarına ilişkinn standartların yerleşmemesi ve özel sektörün
bunu özümseyememesidir. Birçok durumda, sivil toplum kuruluşlarıyla
iletişime geçen şirketler orantısız taleplerde bulunmaktadır. Bu durumun
önüne geçebilmek için, Batı ülkelerinde olduğu gibi, KSS’den sorumlu en
az daire başkanlığı düzeyinde merkezi bir otoritenin teşekkül
ettirilmesi gerekmektedir. KSS raporlamalarının halka açık olması da
alana ilişkin şeffaflığı artıracaktır.
Türk
sivil toplumunda ayrıca, hayır hasenat yaklaşımı çok yaygın şekilde
gözlenmektedir. Bu yaklaşım kendisini binaya ve restorasyona bağışta
göstermektedir. Bu durum bağışçıların oldukça kolayına gelmektedir. Bu
ise, ülkemizin ekonomik ve sosyal kalkınması arasındaki farkı açmaktan
öteye geçmemektedir. Ülkelerin insan kaynağı kaliteleriyle rekabet
ettikleri bir çağda hala binaya bağış yapılması gibi uygulamaların
yaygınlığı anlaşılamamaktadır. Eğitime yüzde 100 destek kampanyasında
olduğu gibi eğitimden sorumlu Bakanlığın çıkarttığı mevzuatta bile bu
durumun yaygın olduğu görülmektedir. Bunun yerine, soyut alanlar olan
çevresel ve beşeri kaliteye destek mekanizmalarının ve bilincinin
yaygınlaştırılması gerekmektedir.
Sivil
topluma ilişkin diğer bir önemli nokta da, yetenekli, iyi eğitimli,
yöneticilik kapasitesini haiz insanların alana yönelmemesidir. Sivil
toplumda kariyer olabileceği düşünülmemektedir. Bu kimseler tarafından
alana verilebilecek mentörlüğün bile sivil alanda büyük dönüşümler
sağlayabileceği aşikardır. Özel Sektör Gönüllüleri Derneği ve SGK
Gönüllüleri gibi oluşumların artarak devam etmesine ihtiyaç
bulunmaktadır. Bununla birlikte, sivil topluma yönelen kaliteli insan
kaynağının iç çekişmelerle uğraşmaması, yıldırılmaması, çay-kahve
getir-götür işlerinde kullanılmaması gerekmektedir.
Sivil
toplumun sosyal kampanya yönetimi konusunda kapasite geliştirmesi
gerekmektedir. Özellikle bu alanda büyük bir eksiklik göze çarpmaktadır.
İçinde bulunduğumuz ağ toplumunun nimetlerinden en iyi şekilde
yararlanması gereken sivil toplumda buna ilişkin farkındalığın
artırılması gerekmektedir. Sosyal ağların bedava olması, etkili sosyal
ağ yönetme becerisini edinemeyen sivil toplum yöneticilerinin zaman
içinde sosyal medya stresine girerek bu alandan uzaklaşmaları ve sosyal
ağ yönetimini beraberinde getirmektedir. Bu alanda yürütülen eğitim ve
kapasite geliştirme çalışmalarının artırılmasına ihtiyaç bulunmaktadır.
Sonuç
olarak, üçüncü sektör olduğu belirtilen, verimlilik çarpanı yüksek
olduğuna inanılan, 21. yüzyılda kariyerin ve en etkili öğrenmenin sivil
toplumdan geçeceği belirtilen bir alanda Türk sivil toplumu emeklemekten
yürümeye geçerken, hala yarım adamın yarım adımlarıyla yol almaktadır.
Türk sivil toplumunun hak ettiği şekilde üçüncü sektör olabilmesi için
önemli bir paradigma değişikliğine ihtiyaç vardır. Bu çalışma, Hayat
Sende Gençlik Akademisi Derneği’nin sivil yolculuğunda karşılaştıkları
zorluklar ve edindiği tecrübelere dayanarak hazırlanmış olup, bu
paradigma değişikliği arayışlarına katkıda bulunmayı amaçlamaktadır.
Paradigma değişirse, Türkiye değişir, insan değişir, gezegen değişir.
Değiştirmek umuduyla.