23 Eylül 2014 Salı

Seyahat Kitabı Bu Yetimhaneye Dört Yıldız Veriyor

Gelişmekte olan ülkelerdeki bağışçı odaklı yetimhane turizmi, çocuk koruma alanındaki uluslararası standartların sınırlarını aşmakta.

12 Ağustos’ta yayımlanan “Buzdan yapılmış bir Roket” adlı anı kitabında yazar Gail Gudradt, kırsal Kamboçya’daki Wat Opot Çocukların Topluluğu adlı bir yetimhaneye seyahatlerinin dökümünü sunmakta. Arka kapağında yazarın Kamboçyalı çocuklara sarılmış bir fotoğrafının bulunduğu kitap üzerine çıkan ilk değerlendirmeler, “sevgi, şefkat ve merhamet üzerine evrensel bir ders sunuyor” olarak nitelendirdikleri bu kitabı övgü ile karşıladılar.

Gudradt’ın anlatısı, Batılı gönüllülük etrafında inşa edilmiş yetimhane endüstrisinin çetrefilli karmakarışıklılığın çok iyi bir örneği. Son yıllarda, dünya genelinde yetimleri kurtarmaya istekli bağışçılar ve gönüllüler, yetimhane-odaklı turizmin yaygınlaşması sonucuna yol açtı. Örneğin UNICEF’e göre, sadece Kamboçya’da 2005’ten 2011 yılına yetimhanelerdeki çocukların sayısı %75 arttı.  UNICEF’e göre, “yetim” olarak adlandırılan bu çocukların aslında en az bir ebeveyni hayatta ve dolayısı ile bu çocuklar yetim değiller.

Wat Opot’un hikayesi, yetimhaneler, (ya da bazen adlandırıldıkları üzere, çocuk veya toplum merkezleri) etrafındaki açmazları örneklemekte. Wat Opot’ta gönüllü olarak çalışmak isteyen adayların, “çocuklarla çalışma, oynama ve onlara öğretmeye yönelik bir istek” göstermeleri ve an az bir aylık bir taahhütte bulunmaları gerekmekte. Herhangi bir beceriye sahip olma zorunluluğu bulunmayanlar gönüllülerin, yiyecek ve konaklama masrafları için aylık 250 dolarlık bir ücret ödemeleri gerekmekte. Gönüllüleri ve bağışçıları çekmek adına, Wat Opot’un web sitesine, önceki gönüllülerin orada geçirilmiş derinden tatmin edici zamanlarının tanıklıkları ve sevinçle parlayan Batılılara sarılmış koyu-tenli çocukların fotoğrafları serpiştirilmiş.

Gudradt’ın kitabı da bu anlatıyı pekiştirmekte. Yazar,  “yalnızlıkları ve dokunuşa olan ihtiyaçları ile bir araya gelen”  ve buradaki çocuklara sürekli sarılan, onları sürekli öpen gönüllülerin bulunduğu,  Wat Opot’u “ruhlar için bir atölye çalışması” olarak nitelendirmekte.






En çok ihmal edilmiş olanları kurtarmak, evsizleri barındırmak adına inşa edilmiş olan ve küresel bağışçıların iyi niyetleri ile finanse edilen bu sistemin etiğini sorgulamak yanlış görünebilir. Ancak bu sistemin, geçmişleri araştırılmamış ya da çocuk bakımı alanında hiçbir deneyimi olmayan kişilerin çocuklara kolay erişimini sağlıyor olması, çocuk koruma alanında kabul gören uluslar arası standartlara aykırı. Örneğin, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi ve Birleşmiş Milletler’in Çocukların Alternatif Bakımı üzerine Kılavuzu, kurum bakımının, çocukların, akrabaları ya da koruyucu aileler yanına yerleştirilmesine yönelik tüm çabalar sonuçsuz kaldığı durumlarda başvurulacak son çare olduğunu şart koşmakta. Bir başka deyişle, Wat Opot gibi kurumsal mekanlar çocukların daimi olarak yaşadıkları yerler olmamalı.

Derinden hatalı olan yetimhane turizminin altında yatan ahlaki mekanizma. Bağışçılar ve gerek sadece birkaç saat uğrayan gönüllüler gerekse aylar ya da daha uzun süre boyunca gönüllülük yapanlar, eylemlerini, kendi hayatları ve turistik ya da gönüllü noktalarında yaşayan çocukların hayatları arasında gördükleri büyük uçurumu dengelemek öncülüne dayandırmakta. Sonuç itibarı ile öğrencileri, emeklileri ve kilise gruplarını içeren bu iyi niyetli fakat başarısız toplumsal reformcular, kendi eylemlerini bir çeşit mutlakiyet olarak hayal etmekte.

Anında, Acele Kurtarıcılık

Oysa, yetimhane turizmi özünde küresel eşitsizlik sebebi ile hayatta. Yetimhane turizminin bu alanda eğitimsiz Batılı gönüllüleri ile yetimhanelerdeki çocuklar arasında barındırdığı eşitsiz iktidar dinamiği, bu küresel eşitsizliği ortadan kaldırmaktan ziyade dikte etmekte. Kamboçya’daki HIV-virüsü taşıyıcısı çocuklar örneğindeki, bir yardım biçimi olarak herhangi bir beceriye dayanmayan gönüllülüğe yapılan vurgu,  daha büyük bir küresel gerçekliği gizlemekte: Pek çok Kamboçyalı, virüslere karşı kullanılan ilaçları satın alma gücüne sahip değil. Bunun nedeni de Batılı ilaç firmalarınca tutulan patentlerin, ülkede ilaç üretimini imkansız kılması ve dolayısı ile fahiş fiyatların ortaya çıkması.

Batılı bağışçılar, tek bir bağışçının eylemi ve sevgisi ile kurtarılabilecek olan, acı çeken, kimsesiz çocuk hikayesine rağbet etmekte. Anında, acele kurtarıcılık vaadi, yani sevgisizlik içinde var olan çocukları tek başına kurtarma fikri, ailelerin çocuklarına bakmalarına yardımcı olmak gibi daha az dramatik bir fikir ile ikame edildiği zaman bağışlar aynı derecede yapılmamakta. Gudrat’ın örneğinde olduğu gibi, kurtarma fikri, aynı zamanda Batılı’nın daha sevgi dolu bir kişiye dönüşümüne yardımcı olmakta. Görülemeyen, ulaşılamayan, fotoğrafları çekilemeyen ya da kucaklanamayan ya da bağışçının yardımseverliğinin göstergesi olarak sunulamayan çocuklar; görünür, acı çeken bir yetimin tetiklediği empati duygularını aynı şekilde uyandırmamakta.

Benzer bir şekilde, Save the Children gibi hayırsever kuruluşlara yapılan bağışlar, okul malzemeleri ve çocuklara giysi sağlasa da bağışçının yatırımının getirisi daha az somut. Yetimhane turizmi, Batılı bağışçılığın deneyimini, bağışçı-merkezli yaparak- gönüllüler ayrılana ya da tatillerine dönene kadar yetimhanelerde sevilecek ve oynanacak çocukları bulundurarak-bu boşluğu doldurmakta.

“Başka yerlerdeki çocukların onurunu geri vermek, dünyanın yoksullarının görünür acılarına ve duygusal nesneleştirmelerine dayandırılmayan, küresel eşitliğe rasyonel bir bağlılığı gerektirmekte.”

Bu arka planın üzerine, birkaç kuruluş, bu bağışçı-merkezli normlara karşı pozisyon almakta ve de çocukları ve ebeveynleri birleştirmeyi ya da çocukları koruyucu aileler yanına yerleştirmeyi öngören çocuk-odaklı çözümleri teşvik etmek için çalışmakta. Örneğin, konu ile ilgili yakın dönemli bir raporda, dünya çapında yetimhanelerde çalışan Hıristiyan gruplar için bir kaynak merkezi olan Faith Initiative Action, aile temelli bakımı vurgulamakta ve çocukların daimi kaldıkları mekanlar olarak yetimhanelerin sonlandırılması için çağrıda bulunmakta.

“Biyolojik, koruyucu, ya da evlat edinmiş ailelerde yetişen çocukların, kurum bakımında kalan çocuklara göre daha iyi fiziksel, entelektüel ve gelişimsel sonuçlar gösterdiği,” raporda belirtilmekte. Çalışma, bakıcıya oranla çocuk sayısının düşük olduğu yetimhanelerde bile gelişimsel gecikmelerin ve bağlanma sorunlarının önlenemediğini göstermekte.

Çocuk refahını vurgulayan yetimhaneler de yine de soruna katkıda bulunmakta. Nepal’de eski bir yetimhane gönüllüsü tarafından kurulmuş olan sivil toplum kuruluşu Next Generation Nepal, “iyi” yetimhanelerin bile çocukların ailelerinden uzaklaşması neticesini getirdiğini belirtmekte. Örneğin, çocukları yetimhanelere getiren çocuk tacirlerinin çoğu kez yalan söyleyip çocukların kimsesiz olduğunu iddia ettikleri ve iddiaları araştırma olanağı olmadığı için çoğu kez yetimhanelerin çocukları kabul ettiği belirtilmekte.

Tüm bu ahlaki ve operasyonel kusurlarına rağmen ve Gudradt’ınki gibi durumu çarpıtan anlatılar sayesinde, yetimhane turizmi, küresel gönüllülük turizmininin en popüler biçimi olmaya devam etmekte.  Yetimlik ya da çocuk yoksulluğu sadece Kamboçya, Nepal ve Uganda’da mevcut bir olgu olmasa da becerilere dayanmayan bakıma ve daha düşük mahremiyet standartlarına layık görülen bu daha yoksul ülkelerin çocuklarına daha farklı bir onur standardı uygulanmakta.

Amerika Birleşik Devletleri ve diğer Batılı ülkeler de azımsanmayacak sayıda yetime sahip. Ancak bu ülkelerde koruyucu aile kuruluşları aynı şekilde çocukların yüzlerini ya da hikayelerini teşhir etmemekte. Ne de bu çocuklar, kendi yalnızlıklarını ve dokunuş ihtiyaçlarını gidermek isteyen gönüllüler için hazır bulundurulmakta.

Başka yerlerdeki çocukların onurunu iade etmek, dünyanın yoksullarının görünür acılarına ve duygusal nesneleştirilmelerine dayanmayan, küresel eşitliğe rasyonel ve anlamlı bir taahhütte bulunmayı gerektirmekte.


(Bu yazı, Hayat Sende Gönüllüsü Yrd. Doç. Dr. Berna YAZICI tarafından aşağıdaki linkten çevrilmiştir. http://america.aljazeera.com/opinions/2014/8/cambodia-orphanagetourismwatopotwesternvolunteerism.html )

21 Eylül 2014 Pazar

Japonya’nın Yurda Konulmuş Çocukları

Danielle Demetriou, Tokyo
6 Eylül 2014 

Masami Noguchi tipik Japon bir kız öğrenciyi andırıyor. Mutlu müzik listeleri, origami ve badminton onun hobilerini oluştururken, körili pirinç ise favori yiyecekleri arasında yer alıyor.

Ancak, 17 yaşındaki akranlarından bir açıdan sıyrılıyor; o, yıllarını yurtta yaşayarak geçirmiş binlerce çocuktan biri.

Masami, 3 yaşındayken yurda koyuluyor, tacizci dedesi annesini bıçakladıktan sonra, devlet kurumlarının zorlu sınırları içinde yaşanan dokuz yıl başlıyor.

“Çok katı kuralları vardı.” diyor. “Asla okuldan bir arkadaşımı oraya götüremezdim. Param varken ve dışarıdan bir şeyler almak isterken, dışarıya serbestçe çıkamazdım.”

“Personel çok katıydı. Her zaman daha büyük çocuklara itaat etmek zorundaydım. İçlerinde benim de olduğum daha küçük çocuklar sindirilmişti. Eğer çocuklar kuralları çiğnerse, personel tarafından dövülüyorlardı. Yemek için güçlü bir rekabet vardı ve daha küçük olanlar genelde kaybediyorlardı.”




Bugün, Masami açıkça kendisini en şanslılardan biri sayıyor. Dört buçuk yıl önce bakımevinden alınıp, koruyucu ailenin yanına yerleştirilerek, yaklaşık on yıl içinde hayatında ilk kez normal ve güvenli bir aile hayatının zevkini tadıyor.

“Şimdi kendi odama sahibim. Hiç kimse artık bana zorbalık edemez.” diyor.

“Yurtta hiçbir zaman gelecek dakikada ne olacağını bilemezdim bu yüzden hiçbir zaman güvende hissetmedim. Burası huzurlu ve güvenli.”

“Yürek Parçalayıcı”
Masami, bir azınlık olduğunun oldukça farkında. İnsan Hakları İzleme Örgütü yılbaşlarında yayınladığı raporda, Japonya’daki koruma altındaki 39.000 çocuktan yaklaşık %90’ının bir aile yanından çok devlet yönetimindeki kurumlarda kaldıklarını açıkladı.

Rapor, bu oranın sanayileşmiş ülkeler arasında en yüksek olduğuna,  hala çocuklarının yalnızca yüzde 10’u gibi az bir kısmının koruma veya evlat edinme ile bir aile ortamına taşındığına dikkat çekiyor.

Sonuç olarak, on binlerce Japon çocuk yeterli personeli olmayan kurumlarda, çoğu zaman sıkıntılı şartlarda, kötü davranılan, şiddet görülen ve neticede toplumsal damgalamaya maruz kalınan bir ortamda yaşıyor.

“Japonya’da, kimsesizlerinyurttakalması gerektiği düşüncesi bilinçsiz bir algı gibi görülüyor.”
Mika Hobbs, Koruyucu Anne

Geçen yıl, Birleşmiş Milletler'in Alternatif Bakım Yönergeleri, çocukların üçerli bakım altında aile merkezli ortamlara yerleştirilmesi için çağrıda bulunmasına rağmen, yurtta yaşayan binlerce bebeğin ve üç binden fazla çocuğun olması endişelenmek için önemli bir nedeni oluşturuyor.

Japonya’nın “yürek parçalayıcı” durumunu tanımlayan, İnsan Hakları İzleme Örgütü Japon direktörü Kanae Doi; hükümetin, çocuk hakları üzerinde ağırlıklı olarak kurumlara bağlı bir koruma politikasını öncelik edinmiş olduğunu ifade ediyor.

“Bu durum, bürokratik önceliklerin çocukların haklarına baskın çıkmasından dolayıdır.” diyor.

“Mevcut çocuk bakım kurumlarındaki bürokratların ve çalışanların yerleşik mali çıkarları, orada kalan çocukların sayısına bağlı olarak alınan hükümet sübvansiyonları olduğundan, anlamlı bir reform yapmak oldukça zor.”

“Bu gerçeğe dayanarak, Japonya’nın çocuk rehberi merkezleri genellikle, biyolojik ebeveynlerin, çocukların yurtlardan çok koruyucu aile yanında yaşaması yönündeki tercihlerini erteliyor, ya da zaman alıcı ve genellikle hassas evlat edinme ve koruyucu aile düzenlemelerini önlemeye çalışıyorlar.

“Düşler Olmadan”

“Bir aile yanında yaşamaktan çok bir yurtta yaşamanın potansiyel etkisi; zayıf bedensel sağlık, gelişimsel gecikmeler ve uzun süreli psikolojik hasar etkileri olmak üzere detaylı bir şekilde kanıtlanmıştır/belgelenmiştir.”

Nottingham Üniversitesi'nde Adli Psikoloji ve Çocuk Sağlığı Profesörü Kevin Browne, İnsan Hakları İzleme Raporu “Düşler Olmadan” başlığında; “görünüşte kaliteli olsa bile” kurumsal bakımın, çocukların ilişki kurma yetenekleri üzerinde hayatları boyunca zararlı etkiler yaratabileceğini ifade ediyor.




Ayrıca raporda,  şimdi 19 yaşında olan, yurtta vahşice zorbalık edilen genç bir öğrenci olarak hatırlanan Toshiyuki Abe’ye atıf yapılıyor.

“Bir beyzbol sopasıyla yüzüme vurularak dövüldüm. Daha büyük çocuklar, eğer kötü bir gün geçiriyorlarsa, sadece bana vururlardı.” diye hatırlattı.

119 sayfalık rapor Japon bakım sistemi üzerinde, tüm çocuk bakım kurumların kapatılması ve bakımevinden çok, evlat edinme ya da koruyucu aileliğe öncelik verilmesini içeren önemli bir reform çağrısında bulunuyor.

Buna karşılık, Japonya’nın Sağlık, Çalışma ve Refah Bakanlığı, ebeveynlerinden alınan çocukların aile temelli bakım oranını arttırmak için aktif adımlar atıldığını ifade ediyor.
Bakanlık sözcüsü; “Mevcut durumda, çocukların %90’nı sosyal yardımlaşma tesislerinde kalırken, %10’nu ise koruyucu ebeveynlerin yanında, aile evinde kalıyorlar.” diye ifade ediyor.

“Bizim amacımız, önümüzdeki birkaç on yıl içinde, -küçük ölçekte hepsinin sırasıyla-yaklaşık üçte birinin koruyucu ebeveynlerin yanında aile evlerinde, grup evlerinde ve sosyal yardımlaşma tesislerinde kalması ve böylece onların dağılımını dengelemek.”
O zamana kadar Masami, -Batı Tokyo, Machida’da bir aile ile yaşayan üç evlatlık çocuktan biriydi- Japonya’da bir azınlık olmaya mahkûm gibi görünüyordu.

“Japonya’da, kimsesizlerin yurtta kalması gerektiği düşüncesi bilinçsiz bir algı gibi görülüyor.”diyor Mika Hobbs,48, Masami’nin koruyucu Annesi.

“Kan bağının güçlü bir duygusu var ve başka birinin çocuğunu almak Japon Halkına doğal bir şey gibi görünmüyor.”

Bir aile ortamında bulunmanın yararlarını vurgulayarak ekliyor; “-yurtların dışında- Onlar tam bir birey olabilirler.”

“Okuldaki aktivitelerle, sporla, yerel aktivitelerle meşguller. Gözümüzün önünde büyüdüklerini görebiliriz. Ancak onlar hala yurtta kalmış oldukları için damgalanmış hissediyorlar.”

(Bu yazı, Hayat Sende Gönüllüsü Ezgi Çetin tarafından çevrilmiştir. Yazının aslına http://www.bbc.com/news/world-asia-28636008 bağlantısından ulaşılabilir.)

Hayat Sende Derneği'nin sesinin daha yüksek çıkması elinizde. Gönüllü çevirilere katkı sağlamak için hayatsendegenclik@gmail.com adresine e-posta atabilirsiniz.

9 Eylül 2014 Salı

Alın Yazım Adlı Diziye Açık Mektubum

Arabesk kültürümüzde yepyeni bir hediye: Alın Yazım dizisi

"Alın Yazım" diye bir dizi başladı geç modernleşen bu ülkenin arabesk kültürünü yeniden yeniden üretmek için. Yıllardır mücadele ettiğimiz devlet korumasındaki çocuk ve gençlerin toplumsal dışlanmalarıyla mücadelemize inat, ve hatta dalga geçercesine bir dizi.


Daha ilk cümlesinde başlıyor bizimle dalga geçmeye içinde örselenen karakterler bulunan diziler: "Bu dizideki kişi ve kurumlar hayal ürünüdür. Gerçek kişi ve kurumlarla ilgisi yoktur." Alın Yazım da buna istisna değil.




Ama Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığın tabelasını da şak diye koymuşlar neredeyse her sahnede, gözümüzün önüne..


Tam da bu noktada büyük bir sorun var işte. İnsanların aldığı hizmet, bir programın reyting sebebi olabiliyor..


Kaldı ki devlet korumasında çocuk ve gençlerin yararlandığı hizmet modeli de olduğu gibi gösterilmiyor, açıkça saptırılıyor.


Bu konuya birkaç farklı noktadan yaklaşalım mı?


Hadi o zaman!


Öncelikle bir sabah yetiştirme yurdundan ayrılıyorsunuz, akşam bir geliyorsunuz uyumak üzere sizin boş yatağınız bir başkasına tahsis edilmiş, müdüre hanım size kızdı, kırıldı diye.


Sonrası mı? Genç kız valizini alır, sonra ne mi olur doğru kurtlar sofrasına...


Sanıyorum toplum olarak biz bunlara doyduk ve hatta fazla doymaktan da kustuk ama bıkıp usanmayanlar var ki önümüze servis ediliyor hala böyle manzaralar...


Hikayenin bir de yetiştirme yurtları kısmına bakalım mı?


Orada kalan kız çocukları ve genç kadınlar, yaratılan bu iğrenç algıyı değiştirmek için kendilerini kim bilir kaç kez anlatmak zorunda kalıyorlar A'dan Z'ye...


İşte siz tam da bu kızlarımızın, kadınlarımızın omuzlarındaki yükü ağırlaştırıyorsunuz ve de kendinize hiç sormuyorsunuz, 'Acaba biz kız çocuklarını ve genç kadınları istismara açık hale getiriyor muyuz?' diye.


Biz soralım sizin yerinize ve cevap verelim: "Evet, ziyadesiyle!"


Nedenlerini de sıralayayım belki kör vicdanlarınızda bir yankı bulur diye.


İlk neden mi? Ağzından salyalar akan bir erkeğin bir kadına saldırması bu ülkede çoğu kez tutulmuş, ilginç gelmiş, tıklanma ve reyting rekorları kırmıştır.


İkincisi mi? Merhamet varsa hak yoktur. Dizinizde hep 'merhametli insan' vurgusu yapılıyor kim Asya'ya, yetiştirme yurdunda büyüyen aynı zamanda yetenekli genç kadınımıza, baş karakterimize yardım edecek olsa... Neden yetiştirme yurdunda büyüyen insanların merhamete ihtiyacı olsun ki? Onların yalnızca haklarına ihtiyaçları var!!! .


Sonuncu neden mi? Bir yıl boyunca anlattık. Duvar olmuş, anlamamışsınız. Dizideki karaktere taktığınız "Yetimhane Gülü" yakıştırmasını görünce nutku tutulan bizler de "lal" olalım sadece şunu söyleyelim dedik. "Sosyal Duvarları Yıkalım ve Doğru Sözlük".


Anlar mısınız bilmeyiz ama anlamaya çalışırsanız binlerce çocuk ve gencin hayatında fark yaratacaksınız!






(Bu yazı, Hayat Sende Gençlik Akademisi Derneği Başkan Yardımcısı Ayşe TEK tarafından yazılmıştır.)