Hep diyoruz.
Yuvadaki çocuklar sosyal yoksun. Neden mi?
Yuva ve yurtlar, tabi içinde kalanlar da dahil, olması
gereken ama benim bahçemde olmaması gereken yerler. Şöyle ki, toplum burada
kalan çocukla aynı sınıfta çocuğunun oturmasını istemez. Aynı sırada oturmasını
istemez. Arkadaşlık etmesini istemez. Çocuk zaten aynı kıyafetiyle, saçıyla,
servisiyle ortada. Ne oluyor o zaman. Çocuk damgalanıyor. Hem yurt personeli
hem de eğitim camiasının bilinçsizliğiyle birleşince sorun katmerleniyor.
Toplum başka ne mi istemez?
Burada yetişen gelin veya damat almak istemez.
İşsizliğin cirit attığı memleketimizde hatta iş garantisine rağmen istemez. İşe
almak istemez, eli uzun der. Yurtta yetişen genç işe girer, “Yurttan bu, dikkat
et.” denir meslektaşlarına. Kurumlar mevzuat gereği işe alsalar da, adam
gibi işlere değil de, hep alt pozisyonlara alırlar. Çocuk okusa da bir okumasa
da. Büyük çoğunluğu hizmetli olur yaşıtlarının arkasını temizler 18 yaşında.
Birazı da memur olur.
Bunların bir tonu da istifa eder, işten atılır, mustafi
olur. Adı bile konmaz, istatistiği bile yayınlanmaz bunların. Gönüllüler hep
yuvaya gider, gençler unutulur. Yurttan çıkanlarsa kimsenin aklına bile gelmez.
Kazık kadar olmuşlardır çünkü. Halbuki öyle değil. Doğu Avrupa’da yurttan
ayrılanların yüzde 14’ü fuhuşa sürükleniyor, yüzde 20’si suça sürükleniyor.
Yüzde 10’u canına kıyıyor. Biz de ise, istatistiklere bile malzeme olamıyor.
Bu istemediklerinin yanında toplum bir de ne mi yapar?
Bu çocuklara acıyarak, korkarak, merakla bakar. Bilmez
ki bu bakışlar bu çocukları yaralıyor, kendilerini toplumsal hiyerarşinin en
altına koymalarına neden oluyor. Çocuğa sarayı versen, en iyi işi versen, en
iyi noktalara getirsen, hep bir yanı eksik gibi oluyor ve tutunamıyor. Bilinci
hep yaralı kalıyor.
Toplumun yanında medya ne yapıyor?
O da etiketliyor. Yurtlu, yuvalı sözünü içi kötü
anlamlarla doldurmuş bir boks torbası gibi vurdukça vuruyor. Bilmiyorlar ki
binlerce çocuğun bilincini yaralıyorlar. Çocuk olumsuz haberi görüyor. Hatta
yaşıyor da. Bir dayak haberi çıksın okulundaki hocasından sokaktaki A’ya kadar
herkes soruyor: “Seni de dövüyorlar mı?” “Sizde de taciz var mı?”
Şimdi burada bir dil dönüşümüne ihtiyaç var. Nasıl
özürlü kelimesi engelliye döndüyse, yurt ve yuva kelimelerinin içinin de olumlu
anlamlarla doldurulmaya ihtiyacı var Sabancı Vakfı Hibe Programları kapsamında
desteklenen Sosyal Duvarları Yıkalım projesiyle biz medyadaki etiketlemeyi
yapısöküme uğratmaya çalıştık, çalışıyoruz.
Sosyal Sorunlar "Sosyal Lenslerle" Çözülür!
Kısacası, toplumla yurtta yetişen çocuklar arasında
bir sosyal duvar var. Koruyucu aileye de gitse, çocuk evine de gitse, evlat da
edinilse ne yapılırsa yapılsın, çocuk ve aile gizlenmeyi birincil yaşama
tutunma stratejisi seçiyor. Şimdi önümüzde iki yol var: Ben dahil, içinde
bulunduğum örgütte birlikte olduğum arkadaşlar dahil, toplum dahil, medya
dahil, siz dahil. Ya çocukların birer bukalemuna dönüşmelerini teşvik edeceğiz
ve gene binlercesi hayata tutunamayacak ve bizler seyirci kalacağız. Ya da kolektif
bilinci hep birlikte dönüştürüp, binlerce çocuğa ve gence umut olacağız, düş
olacağız, sevda ile dönüştüreceğiz.
Biz neyi mi seçiyoruz: Dönüşümü seçiyoruz. Çünkü
biliyoruz: “Hayat Dönüşümdür.” ve yine biliyoruz: “Hayat
Bizde”.
**********************
Bu yazı Geleceğe Artı kurucularından Abdullah OSKAY
tarafından www.projepanosu.com'da yer alan GençBlog köşesi için yazılmıştır.
http://www.projepanosu.com/yazar/abdullah-oskay/sosyal-sorunlar-/67.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder