15 Temmuz 2014 Salı

Sevginin Gücü




Nereden geldikleri meçhuldü, ama geçmişlerindeki yaşadıkları korkuları geceleri kabuslarla uyandıklarında ağlamalarından belliydi.


İki küçücük çocuk ve minik bir bebek. Bunlar nereden geldi, geçmişlerinde neler yaşadılar, neleri severler, neleri sevmezler, korkuları var mıdır, gülümsemeleri ne zaman ve neden olacak. Bunlar günlerce çocuklar bize geldikten sonra cevabını öğrenmek istediğim sorulardı.
Bizden emin olamayan ve bizim evimize getirildikleri için tarafımızdan bakılmaya muhtaç oldukları için kısmen bize kendilerini teslim ettiler. Giydirdiğimiz kıyafetlere hiç yorum yapmadılar, yemeklerde ne verdiysek yediler, uyku saatlerinde itirazsız yattılar ve tamamen bizim dediklerimize "burada böyle herhalde" der gibi uydular. Yorumsuz ve yeni hayatlarının akışına kendilerini bırakıp alışmaya çalıştılar.
Bu durum bir iki hafta kadar sürdü ama bize aylar gibi uzun geldi. Kafamdaki soruları sanki biliyorlardı ve her geçen gün bir tanesi cevabını bulmaya başladı.


Nereden geldikleri meçhuldü, ama geçmişlerindeki yaşadıkları korkuları geceleri kabuslarla uyandıklarında ağlamalarından belliydi. Terk edileli daha çok kısa bir süre geçmişti. Belki zaman olarak uzun bir süreydi ama yaşadıkları terk edilme travmasının izlerini silmek için çok kısaydı.
Evimizin yakınında iki hastane olduğu için eşim ve ben günün her saati ambulans sirenlerine  alışkındık ama ailemizin yeni fertleri bu sesten histerik bir biçimde korkuyorlardı. “ Polisler bizi almaya geliyorlar, bizi hastaneye götürecekler” deyip ağlama krizlerine giriyorlardı (ablaları ağlayınca bebek de ağlaması gerektiğini düşünüp onlara katılıyordu). Danışmanımı herhalde her gün arıyordum ve bu olayı da sormak için aradım ve bana her terk edilmiş çocuğun polis tarafından bir hastaneye götürülüp adli tıp raporu için kontrolden geçirildiğini söyledi. Bizim çocuklarımızda sokağa terk edildikten sonra üstüne bu olayı yaşamaları büyük bir korku olmuştu ve derin bir iz bırakmıştı.
(Temsili fotoğraf gerçekle alakası yoktur.)
Düşünüyorum da, kendimi onların yerine koymuştum o zamanlar ve bu olayı yaşamaya çalışmıştım. Soğuk bir kış günü sokakta, belki aç ve susuz, ne olacağını bilmeden yapayalnız, ve bir polis aracı gelip onları karakola götürüyor, sonra da  muhtemelen sirenlerini çalan bir polis arabasıyla hastaneye sonra da yine sirenlerle yurda yerleştiriliyorlar. Hayal etmesi bile hemen hemen imkansız, en büyüğü dört yaşında üç yavru, sokakta yapayalnız, sirenler, polis ve doktorlar, tanımadıkları mekanlar.  Bunlar herhalde bir gün içerisinde gelişen olaylar ve çocuklar neler olduğunu anlamadan oradan oraya götürülmek zorundaydı.
Çeşitli korkuları beni hiç ürkütmüyordu, beni ürküten hiç bir şey söylemeden ağlamaları ve nedenini bilmemekti. Sessiz ağlamalarına eşlik edip onları okşayarak ne olduğunu öğrenmeye çalışıyordum ve genelde bir omuz silkmelerinden başka cevap alamıyordum. Bazen büyük kızım geldiği yurttaki arkadaşlarını “kardeşlerim” dediği diğer çocukları ve ona bakan “anne” dediği bakıcıları ve görevlileri özleyip oraya geri gitmek istiyordu. Ona o anda verebildiğim tek cevap “tabi ki gidip onları göreceğiz ama şimdi olmaz, daha sonra gideriz” idi. Küçük kızım  geceleri “anne” diye uyanıyordu, ben de beni çağırıyor diye yanına gittiğimde daha çok ağlayıp “ben annemi  istiyom” diye bağırıp beni itiyordu.
Sabırla her gün ve gece onları okşadım, onları sevmek istediğimizi ve onlar için hep güzel şeyler yapmak istediğimizi kabul ettirmemiz zaman aldı. Onlar bizi sevene kadar bizim sevgimizi kullanmaya çalıştılar ve zaman zaman denemeler yaptılar. Büyük kızım ellenmeyecek dediğim her şeyi ellemek istedi, yapılmasını istemediğim her şeyi yapmak istedi.
Bir keresinde odamda benim eşyalarımı karıştırmıştı ve ona bunu bir daha yapmamasını söyledim. “onlar benim eşyalarım ve senin ellemeni istemiyorum” dedim. Bana donuk bir ifadeyle "ben de öbür evime giderim o zaman" dedi. Aldığı cevap “ tabi ki istersen gidebilirsin ama istersen sabah git çünkü hava karardı şimdi çocuklar sokağa çıkamaz” oldu.  “Hayır şimdi gidicem” diye ısrar etti. Ben de üzerine paltosunu giydirdim ve kapıya gittik. “Hadi güle güle, biz seni çok sevdik ve özleyecegiz, ama istediğin gitmekse ve mutlu olucaksan git” dedim. “Arada sırada bizi ara” dedim ve kapıyı kapattım. Onun gitmesine izin vereceğimi hiç düşünmemişti ve şok oldu. Kapının dışında ağlamaya başladı, kapıyı o anda açmaktansa mutfaktaki çöpü aldım ve kapının dışına koyar gibi yapıp “aaaaa sen hala gitmedin mi bak akşam oluyor” dedim “yok ben yarın gitcem” dedi ve içeriye girdi. Bu olaydan sonra bir daha beni tehdit etmedi.
Bunun gibi çok olayımız oldu, ama her olayda birbirimizi daha iyi tanımanın yollarını arıyor gibiydik.  “Onlar” ve “Biz” kıtaları kısa bir süre için iki ayrı cepheydi, “takım” olmak Onlar cephesine ters geliyordu ve takım olmaktan başka çareleri olmadığını anlayınca kim lider olacak savaşını verdiler. Bir ay kadar sonra bizim evimiz, bizim odamız, benim annem, benim babam, sahiplenmeleri başladı. Bundan sonra her oturduğumuzda kucağımıza tırmandılar, gelip kendileri öptüler, gece yattıklarında öpülerek masallarla uykuya hazırlandılar, gece yarısı seslenip ben senin burnundan öpmemiştim deyip odalarına geri çağırdılar,  en güzeli yüzlerindeki gülücükler yavaş yavaş açtı ve şimdi cömertçe sergileniyor.
Her evlat edinmiş aile çok benzer olaylarla karşılaşıyormuş ve genelde tatlı son yaşanıyormuş ama şimdi geriye dönüp baktığımda o günlerde eşimle göstermiş olduğumuz sabra hayran kalıyorum. Ve her zaman olduğu gibi sevgi galip geldi.   
Neşe Akkerman

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder