90'ların
ortalarında ABD Hastalık Kontrol ve Koruma Merkezi (CDC) ve Keiser Permanente
bir tür maruz kalma olayının Birleşik Devletlerdeki ölüm sebeplerinin 10'undan
7'sinin risk faktörünü ciddi oranda arttırdığını keşfetti. Yüksek dozda maruz
kalma beyin gelişimini, bağışıklık sistemini, hormonal sistemleri ve
hatta DNA'mızın okunuşunu, suretini etkiliyor. Aşırı dozda maruz kalan
kimselerin kalp rahatsızlığı ya da akciğer kanseri olma riskleri üç kat
artarken, ortalama yaşam sürelerinde de 20 yıla kadar azalma görülüyor. Hal
böyleyken bugün doktorlar bunun taramasını ve tedavisini yapmak için eğitilmiş
değiller. Şimdi, bahsettiğim maruz kalma böcek ilacı ya da kimyasal madde
değil, çocukluk dönemi travmasına maruz kalma!
Peki.
Burada bahsettiğim ne tür bir travma? Bir testten kalmaktan veya basket maçını
kaybetmekten bahsetmiyorum. Bahsettiğim tehdit her tarafa yayılan, şiddetli bir
şekilde cildimizin altına nüfuz eden ve fizyolojimizi değiştiren bir travma.
İstismar, ihmal ya da ruhsal rahatsızlığı veya madde bağımlılığı olan
ebeveynlerle büyümek gibi.
Uzun
bir süre tüm bu durumlara ben de eğitimimin gerektirdiği gibi yaklaştım. Sosyal
problemi olanları sosyal hizmete, ruhsal problemi olanı ruh sağlığı
servislerine yönlendirdim. Sonra bana bir şey oldu ve bütün yaklaşımımı tekrar
düşünüp değerlendirmemi sağladı. İhtisasımı bitirdikten sonra gerçekten bana
ihtiyaç olan, fark yaratabileceğim bir yere gitmek istedim. Bu yüzden çalışmak
için Kuzey Koliforniya'nın en iyi özel hastanelerinden biri olan Kaliforniya
Pasifik Tıp Merkezi'ne geldim. San Francisco'nun en yoksul ve az hizmet alan
bölgelerinden biri olan Bayview-Hunters Point'te bir klinik açtık. Bayview'deki
10.000'den fazla çocuğa hizmet veren bir tek çocuk doktoru vardı, bu yüzden bir
tabela astık ve ödeme yapıp yapamayacakları ile ilgilenmeden en iyi kalitede
hizmet sağlayacağımızı duyurduk. Çok harikaydı. Tipik sağlık eşitsizliklerini
hedef almıştık; bakıma ulaşma, aşılama oranları, astımdan hastaneye yatış
oranları gibi. Ve hedeflerimize ulaştık. Kendimizle gurur duyuyorduk.
Ama
sonra, rahatsız edici bir eğilim fark ettim. Bana yönlendirilen birçok çocuk
DEHB, Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu, ile geliyordu. Ancak ben
fiziksel ve tarihsel inceleme yaptığımda hastalarıma DEHB tanısı koyamıyordum.
Gördüğüm çocukların çoğu şiddetli travma deneyimleri olan hastalardı ve bu bana
başka bir şeyin olduğunu hissettirdi. Bir şekilde önemli bir noktayı
kaçırıyordum.
İhtisasımı
yapmadan önce, kamu sağlığı alanında yüksek lisans yaptım ve kamu sağlığında
size öğretilen şeylerden biri şu; eğer sen bir doktorsan ve aynı kuyudan su
içen 100 çocuğa bakıyorsan ve bu çocuklardan %98'i ishal oluyorsa, işine devam
edip üst üste pek çok doz antibiyotik reçetesi yazabilirsin ya da bu işin
üzerine gidip "Bu kuyuda ne var?" diyebilirsin. Böylece bu tür
tersliklere maruz kalmanın çocukların bedensel ve zihinsel gelişimini nasıl
etkilediğine dair elime geçen her şeyi okumaya başladım.
Ve
bir gün, çalışma arkadaşım ofisime geldi ve "Doktor Burke, bunu gördünüz
mü?"dedi. Elindeki Elverişsiz Çocukluk Deneyimi Çalışması(Adverse
Childhood Experience Study) adlı araştırma çalışmasının bir nüshasıydı. O gün
benim klinik pratiğimi ve kariyerimi tamamıyla değiştirdi.
Elverişsiz
Çocukluk Deneyimi Çalışması herkesin hakkında bilgi sahibi olması gereken bir
çalışma. Kaiser'den Dr. Vince Felitti ve CDC'den Dr. Bob Anda tarafından
yapıldı ve onlar 17,500 yetişkine çocukluklarında maruz kaldıkları olumsuz
deneyimleri sordular.Bunlar fiziksel,duygusal, cinsel istismarı; fiziksel,
duygusal ihmali; ailesel akli rahatsızlıkları, madde bağımlılığını,
tutuklanmayı; aile bölünmesini ya da boşanmayı ve aile içi şiddeti içeriyordu.
Bu sorulara verilen her evet cevabı için EÇD testinde bir puan alıyordun. Ve sonra
bu puanlar sağlık sonucuyla ters orantılı şekilde ilişkilendirildi.
Araştırmacıların buldukları şey çarpıcıydı. İki şey buldular: birincisi, EÇD
inanılmaz şekilde yaygındı. Popülasyonun %67'si en az bir deneyime sahipti ve
%12.6'sı ,sekizde biri, dört ya da daha fazla olumsuz deneyime sahipti.
Araştırma sonucu elde edilen ikinci sonuç; EÇD ve sağlık sonuçları arasında
doz-davranış ilişkisi bulundu,yani EÇD sonucu alınan puan arttıkça, sağlık
durumu da o derece kötü olur. EÇD sonucunda dört ya da dörtten fazla puana
sahip bir insan için kronik obstrüktif akciğer hastalığı riski, EÇD sonucunda
bir ya da sıfır puan almış birine göre 2.5 kat fazla. Hepatit için de aynı
şekilde 2,5 kat daha fazla risk var. Depresyon için 4,5 kat. İntihar eğilimi
için 12 kat. EÇD sonucu yedi ve yediden fazla olan bir kişi ise hayatı boyunca
üç kat fazla akciğer kanseri riski ve 3.5 kat fazla iskemik kalp
rahatsızlığı(Amerika'da bir numaralı ölüm sebebi) riskine sahip.
Tabi
ki bu mantıklı bir durum. Bazı insanlar bu verilere bakıp "Hadi ama. Sen
sert bir çocukluk dönemi geçirdin, içkiye ve sigaraya daha fazla eğilimliydin
ve bunlar ilerde sağlığını bozacak şeylerdi. Bu bilim değil. Bu sadece kötü
alışkanlık." dediler.
Aslında
bu tam da bilimin işin içine girdiği nokta. Biz çocukların yaşadığı zorlukların
onların gelişen vücutlarına ve beyinlerine nasıl etki ettiğini şimdi daha iyi
anlıyoruz. Bu zorluklar beynin nucleus accumbens adı verilen ve madde
bağımlılığıyla ilişkili olan haz ve ödül merkezini etkiliyor. Öğrenme, dürtü
kontrolü ve yürütme fonksiyonu için kritik bir alan olan prefrontal korteksin
ise çalışmasını engelliyor. Ayrıca emar taramalarında beynin korku merkezi olan
amigdalada da ölçülebilir farklılıklar gözlemlendi. Yani, bilinmesi
gereken önemli gerçek şu ki; yüksek dozda sıkıntıya maruz kalan kimselerin
yüksek risk taşıyan davranış geliştirmelerinin sağlam nörolojik sebepleri
mevcut.
Eğer
kişi herhangi bir yüksek riskli davranış geliştirmese bile yine de ilerde
kanser ya da kalp rahatsızlığı yaşama olasılığı daha yüksek.Bunun sebebi de
beynin ve vücudun stresle başa çıkma yolu olarak kullandığı "savaş ya da
kaç" tepkisinin kararını veren hipotalamik-pituiter-böbreküstü ekseni ile
ilgili. Savaş ya da kaç tepkisinin nasıl çalıştığını anlatayım. Şimdi, bir ormanda
yürüdüğünüzü hayal edin ve bir ayı ile karşılaştınız. Hipotalamusunuz derhal
hipofiz bezinize sinyal yolluyor o da böbreküstü bezini uyararak, " Stres
hormonlarını salın! Adrenalin! Kortizol! " komutunu verir. Sonra kalbiniz
çarpmaya başlar. Gözbebekleriniz genişler, ciğerleriniz açılır ve artık ayıyla
savaşmak için ya da ondan kaçmak için hazırsınız. Bu eğer gerçekten bir ayıyla
beraber bir ormandaysanız muhteşem bir şey. (Gülüşmeler) Ama eğer bu ayı her
gece eve geliyorsa ve sistem üst üste aktive oluyorsa problem başlıyor
demektir. Sistem uyumlu ve hayat kurtarıcı olmaktan çıkıp uyumsuz ve
sağlığa zararlı bir hal almaya başlıyor. Özellikle çocuklar bu tekrarlanan
aktivasyona karşı çok hassaslar çünkü beyinleri ve vücutları hala gelişim
sürecinin içinde. Yüksek dozda maruz kalınan sıkıntılı durumlar sadece beyin
yapısını ve fonksiyonlarını etkilemekle kalmıyor. Aynı zamanda bağışıklık
sistemini, gelişen hormonal sistem ve hatta DNA'nızın okunuş/çözülüş şekli bile
etkileniyor bu durumdan.
Benim
için bu bilgi tüm eski eğitimimi camdan dışarı atmamı sağladı. Çünkü biz bir
hastalığın düzeneğini anladığımızda onun sadece hangi yoldaki sıkıntıdan
kaynaklandığını değil nasıl olduğunu da biliriz. Dolayısıyla, doktor olarak
görevimiz bu bilgileri önlemede ve tedavide kullanmaktır. İşte yaptığımız şey
bu.
Bu
yüzden, San Francisco'da Gençlik Yaşam Merkezi adında bir yer açtık ve burada
EÇD ve zehirleyici stres için önleme, tarama ve iyileştirme çalışmaları yaptık.
Öncelikle her çocuğa uyguladığımız basit ve rutin fiziksel taramalarla işe
başladık. Çünkü ben biliyorum ki eğer hastamın EÇD puanı 4 ise, EÇD'si 0 olan
hastama oranla, hepatit veya kronik obstrüktif akciğer hastalığı olma
riski iki buçuk kat, depresyona girme riski dört buçuk kat, kendi hayatını
sonlandırma riski ise on iki kat daha yüksek. Bunu muayene odamda anlıyorum.
Değerleri pozitif çıkan hastalarımız için sıkıntı derecesini azaltmak ve
semptomları tedavi etmek için multidisipliner tedavi takımı şeklinde
çalışıyoruz. Bu çalışma ev ziyaretlerini, bakım koordinasyonunu, akıl sağlığı
bakımını, beslenmeyi, bütünsel müdahaleyi, ve evet gerekli olduğunda ilaç
tedavisini kapsıyor. Ayrıca aileleri EÇD'nin ve zehirleyici stresin etkileri
konusunda eğittik tıpkı prizlerin kaplanması, kurşun zehirlenmesi konularında
olduğu gibi. Ve astımlı, diyabetli hastalara uyguladığımız bakımı da hastaların
hormonal ve bağışıklık sisteminde değişikliğe yol açacak daha sert tedaviye
ihtiyaçlarının olduğunu fark ettirecek şekilde uyarladık.
Başka
bir gerçek var ki öğrendiğinizde çatılardan bağırmak istiyorsunuz; bu sadece
Bayview'deki çocuklarla ilgili bir konu değil. Ben bunu herkesin duyması için
dakikalardır tasvir ediyorum. Bu rutin tarama olabilir, multidisipliner tedavi
takımı olabilir ya da en etkili klinik tedavi protokolü için yarış olabilir.
Evet. Ama olan bu değil. Benim için olağanüstü bir öğrenmeydi. Şimdi anlıyorum
ki, öğrendiğim en iyi ve basit klinik yaklaşım bir eylem içersinde olmakmış.
Amerikan Pediatri Akademi'sinin eski başkanı Dr. Robert Block'un da dediği
gibi; " Bugün karşılaştığımız ve toplumun sağlığı düşünüldüğünde
değinilmemiş en büyük tehdit faktörü olumsuz çocukluk çağı
deneyimleridir." Problemin kapsamı ve oranı o kadar geniş ki bunu düşünmek
bize kahredici geldiği için nasıl yaklaşacağımızı bilemememize sebep oluyor.
Ama benim için aslında umudun olduğu nokta tam da burası çünkü eğer doğru
çerçeveyi çizebilirsek, bunu bir toplumsal sağlık krizi olarak görürsek,
sonrasında uygun malzemeyi kullanarak çözüme ulaşabiliriz. Birleşik
Devletler'in tütünden kurşun zehirlenmesine, oradan HIV/AIDS'e uzanan konularda
oldukça güçlü geçmiş performansları var. Ancak bu başarıyı EÇD ve zehirleyici
stres konusunda tekrarlayabilmek için kararlık, bağlılık gerekecek. Ve ben
milletlerimizin bu konuya bakış açısını incelediğimde hep neden bunu daha fazla
ciddiye almıyoruz diye merak ediyorum.
Biliyorsunuz,
başlarda bu konuyu bizimle ilgili olmadığına inandığımız için önem
derecesini düşürdüğümüzü düşünmüştüm. Bu mesele öteki komşu toprakların öteki
çocuklarının meselesiydi. Ancak tuhaf olan verilerin bunu tasdik etmemesiydi.
EÇD çalışmasının orijinali yüzde yetmişi Kafkas olan ve yüzde yetmiş oranında
üniversite eğitimi almış bir popülasyonu kapsıyordu. Fakat sonra,
insanlarla daha fazla konuştukça belki de bu durumun tamamen tersine söz
konusudur diye düşünmeye başladım. Eğer şimdi bu odada kaç kişi ruhsal problemi
olan bir bireyle aynı ailede büyüdü diye sorsam, bahse girerim ki birkaç el
kalkacaktır. Dahası, eğer insanlara kaçınızın ebeveyni alkolikti ya da
kaçınızın ebeveyni kızını dövmeyen dizini döver sözüne inanıyordu desem kalkan
ellerin sayısının biraz daha artacağına eminim. Bu odada bile durum böyle, bu
konu çoğumuza dokunuyor. Ve ben, bu konuyu önemsizleştirmemizin asıl nedeninin
konunun bizimle ilgili bir mesele olmasından kaynaklandığına inanmaya
başladım.Başkasının posta kutusunda bunu görmek daha kolay çünkü biz
kendimizinkine bakmak istemiyoruz. Aksi takdirde hasta olmayı tercih etmek
gerek.
Maalesef,
bilimsel gelişmeler ve ekonomik gerçeklikler bu seçeneği açıkça daha az
uygulanabilir kılıyorlar. Bilim oldukça açık; Çocukluk travmaları ömür boyu
sağlığımızı ciddi şekilde etkiliyor. Bugün, biz çocukluk travmalarından
hastalıklara ve erken ölümlere giden sürece nasıl müdahale etmemiz gerektiğini
yeni anlamaya başlıyoruz. Bundan otuz yıl sonra, yüksek EÇD puanına sahip,
davranışsal semptomları çözülemeyen, astım yönetimi ilişkilendirilmeyen, yüksek
tansiyon, kalp rahatsızlığı ya da kansere yakalanan çocukların sayısı altı ay
içersinde HIV/AIDS'ten ölenleri sayısı kadar tuhaf olacak. İnsanlar bu duruma
bakıp " Burada ne oluyor?" diyecekler. Bu tedavi edilebilir. Bu hedef
vurulabilir. Bugün ihtiyacımız olan tek ve en önemli şey problemle yüzleşip
"evet bu gerçek ve hepimizin problemi" diyebilmek. Ben inanıyorum biz
eylemin kendisiyiz.
Teşekkürler
Bu
video, TEDTalks'tan Hayat Sende ve BUSOS Gönüllüsü Merve Özmeral tarafından şuradan çevrilmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder