15 Ekim 2015 Perşembe

Çocukluk Travmaları Sağlığımızı Bir Ömür Boyu Nasıl Etkiliyor?

90'ların ortalarında ABD Hastalık Kontrol ve Koruma Merkezi (CDC) ve Keiser Permanente bir tür maruz kalma olayının Birleşik Devletlerdeki ölüm sebeplerinin 10'undan 7'sinin risk faktörünü ciddi oranda arttırdığını keşfetti. Yüksek dozda maruz kalma beyin gelişimini, bağışıklık sistemini, hormonal  sistemleri ve hatta DNA'mızın okunuşunu, suretini etkiliyor. Aşırı dozda maruz kalan kimselerin kalp rahatsızlığı ya da akciğer kanseri olma riskleri üç kat artarken, ortalama yaşam sürelerinde de 20 yıla kadar azalma görülüyor. Hal böyleyken bugün doktorlar bunun taramasını ve tedavisini yapmak için eğitilmiş değiller. Şimdi, bahsettiğim maruz kalma böcek ilacı ya da kimyasal madde değil, çocukluk  dönemi travmasına maruz kalma!
Peki. Burada bahsettiğim ne tür bir travma? Bir testten kalmaktan veya basket maçını kaybetmekten bahsetmiyorum. Bahsettiğim tehdit her tarafa yayılan, şiddetli bir şekilde cildimizin altına nüfuz eden ve fizyolojimizi değiştiren bir travma. İstismar, ihmal ya da ruhsal rahatsızlığı veya madde bağımlılığı olan ebeveynlerle büyümek gibi.
Uzun bir süre tüm bu durumlara ben de eğitimimin gerektirdiği gibi yaklaştım. Sosyal problemi olanları sosyal hizmete, ruhsal problemi olanı ruh sağlığı servislerine yönlendirdim. Sonra bana bir şey oldu ve bütün yaklaşımımı tekrar düşünüp değerlendirmemi sağladı. İhtisasımı bitirdikten sonra gerçekten bana ihtiyaç olan, fark yaratabileceğim bir yere gitmek istedim. Bu yüzden çalışmak için Kuzey Koliforniya'nın en iyi özel hastanelerinden biri olan Kaliforniya Pasifik Tıp Merkezi'ne geldim. San Francisco'nun en yoksul ve az hizmet alan bölgelerinden biri olan Bayview-Hunters Point'te bir klinik açtık. Bayview'deki 10.000'den fazla çocuğa hizmet veren bir tek çocuk doktoru vardı, bu yüzden bir tabela astık ve ödeme yapıp yapamayacakları ile ilgilenmeden en iyi kalitede hizmet sağlayacağımızı duyurduk. Çok harikaydı. Tipik sağlık eşitsizliklerini hedef almıştık; bakıma ulaşma, aşılama oranları, astımdan hastaneye yatış  oranları gibi. Ve hedeflerimize ulaştık. Kendimizle gurur duyuyorduk.
Ama sonra, rahatsız edici bir eğilim fark ettim. Bana yönlendirilen birçok çocuk DEHB, Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu, ile geliyordu. Ancak ben fiziksel ve tarihsel inceleme yaptığımda hastalarıma DEHB tanısı koyamıyordum. Gördüğüm çocukların çoğu şiddetli travma deneyimleri olan hastalardı ve bu bana başka bir şeyin olduğunu hissettirdi. Bir şekilde önemli bir noktayı kaçırıyordum.
İhtisasımı yapmadan önce, kamu sağlığı alanında yüksek lisans yaptım ve kamu sağlığında size öğretilen şeylerden biri şu; eğer sen bir doktorsan ve aynı kuyudan su içen 100 çocuğa bakıyorsan ve bu çocuklardan %98'i ishal oluyorsa, işine devam edip üst üste pek çok doz antibiyotik reçetesi yazabilirsin ya da bu işin üzerine gidip "Bu kuyuda ne var?" diyebilirsin. Böylece bu tür tersliklere maruz kalmanın çocukların bedensel ve zihinsel gelişimini nasıl etkilediğine dair elime geçen her şeyi okumaya başladım.
Ve bir gün, çalışma arkadaşım ofisime geldi ve "Doktor Burke, bunu gördünüz mü?"dedi. Elindeki Elverişsiz Çocukluk Deneyimi Çalışması(Adverse Childhood Experience Study) adlı araştırma çalışmasının bir nüshasıydı. O gün benim klinik pratiğimi ve kariyerimi tamamıyla değiştirdi.
Elverişsiz Çocukluk Deneyimi Çalışması herkesin hakkında bilgi sahibi olması gereken bir çalışma. Kaiser'den Dr. Vince Felitti ve CDC'den Dr. Bob Anda tarafından yapıldı ve onlar 17,500 yetişkine çocukluklarında maruz kaldıkları olumsuz deneyimleri sordular.Bunlar fiziksel,duygusal, cinsel istismarı; fiziksel, duygusal ihmali; ailesel akli rahatsızlıkları, madde bağımlılığını, tutuklanmayı; aile bölünmesini ya da boşanmayı ve aile içi şiddeti içeriyordu. Bu sorulara verilen her evet cevabı için EÇD testinde bir puan alıyordun. Ve sonra bu puanlar sağlık sonucuyla ters orantılı şekilde ilişkilendirildi. Araştırmacıların buldukları şey çarpıcıydı. İki şey buldular: birincisi, EÇD inanılmaz şekilde yaygındı. Popülasyonun %67'si en az bir deneyime sahipti ve %12.6'sı ,sekizde biri, dört ya da daha fazla olumsuz deneyime sahipti. Araştırma sonucu elde edilen ikinci sonuç; EÇD ve sağlık sonuçları arasında doz-davranış ilişkisi bulundu,yani EÇD sonucu alınan puan arttıkça, sağlık durumu da o derece kötü olur. EÇD sonucunda dört ya da dörtten fazla puana sahip bir insan için kronik obstrüktif akciğer hastalığı riski, EÇD sonucunda bir ya da sıfır puan almış birine göre 2.5 kat fazla. Hepatit için de aynı şekilde 2,5 kat daha fazla risk var. Depresyon için 4,5 kat. İntihar eğilimi için 12 kat. EÇD sonucu yedi ve yediden fazla olan bir kişi ise hayatı boyunca üç kat fazla akciğer kanseri riski ve 3.5 kat fazla iskemik kalp rahatsızlığı(Amerika'da bir numaralı ölüm sebebi) riskine sahip.
Tabi ki bu mantıklı bir durum. Bazı insanlar bu verilere bakıp "Hadi ama. Sen sert bir çocukluk dönemi geçirdin, içkiye ve sigaraya daha fazla eğilimliydin ve bunlar ilerde sağlığını bozacak şeylerdi. Bu bilim değil. Bu sadece kötü alışkanlık." dediler.
Aslında bu tam da bilimin işin içine girdiği nokta. Biz çocukların yaşadığı zorlukların onların gelişen vücutlarına ve beyinlerine nasıl etki ettiğini şimdi daha iyi anlıyoruz. Bu zorluklar beynin nucleus accumbens adı verilen ve madde bağımlılığıyla ilişkili olan haz ve ödül merkezini etkiliyor. Öğrenme, dürtü kontrolü ve yürütme fonksiyonu için kritik bir alan olan prefrontal korteksin ise çalışmasını engelliyor. Ayrıca emar taramalarında beynin korku merkezi olan amigdalada da ölçülebilir farklılıklar gözlemlendi.  Yani, bilinmesi gereken önemli gerçek şu ki; yüksek dozda sıkıntıya maruz kalan kimselerin yüksek risk taşıyan davranış geliştirmelerinin sağlam nörolojik sebepleri mevcut.
Eğer kişi herhangi bir yüksek riskli davranış geliştirmese bile yine de ilerde kanser ya da kalp rahatsızlığı yaşama olasılığı daha yüksek.Bunun sebebi de beynin ve vücudun stresle başa çıkma yolu olarak kullandığı "savaş ya da kaç" tepkisinin kararını veren hipotalamik-pituiter-böbreküstü ekseni ile ilgili. Savaş ya da kaç tepkisinin nasıl çalıştığını anlatayım. Şimdi, bir ormanda yürüdüğünüzü hayal edin ve bir ayı ile karşılaştınız. Hipotalamusunuz derhal hipofiz bezinize sinyal yolluyor o da böbreküstü bezini uyararak, " Stres hormonlarını salın! Adrenalin! Kortizol! " komutunu verir. Sonra kalbiniz çarpmaya başlar. Gözbebekleriniz genişler, ciğerleriniz açılır ve artık ayıyla savaşmak için ya da ondan kaçmak için hazırsınız. Bu eğer gerçekten bir ayıyla beraber bir ormandaysanız muhteşem bir şey. (Gülüşmeler) Ama eğer bu ayı her gece eve geliyorsa ve sistem üst üste aktive oluyorsa problem başlıyor demektir. Sistem uyumlu ve hayat kurtarıcı  olmaktan çıkıp uyumsuz ve sağlığa zararlı bir hal almaya başlıyor. Özellikle çocuklar bu tekrarlanan aktivasyona karşı çok hassaslar çünkü beyinleri ve vücutları hala gelişim sürecinin içinde. Yüksek dozda maruz kalınan sıkıntılı durumlar sadece beyin yapısını ve fonksiyonlarını etkilemekle kalmıyor. Aynı zamanda bağışıklık sistemini, gelişen hormonal sistem ve hatta DNA'nızın okunuş/çözülüş şekli bile etkileniyor bu durumdan.
Benim için bu bilgi tüm eski eğitimimi camdan dışarı atmamı sağladı. Çünkü biz bir hastalığın düzeneğini anladığımızda onun sadece hangi yoldaki sıkıntıdan kaynaklandığını değil nasıl olduğunu da biliriz. Dolayısıyla, doktor olarak görevimiz bu bilgileri önlemede ve tedavide kullanmaktır. İşte yaptığımız şey bu.
Bu yüzden, San Francisco'da Gençlik Yaşam Merkezi adında bir yer açtık ve burada EÇD ve zehirleyici stres için önleme, tarama ve iyileştirme çalışmaları yaptık. Öncelikle her çocuğa uyguladığımız basit ve rutin fiziksel taramalarla işe başladık. Çünkü ben biliyorum ki eğer hastamın EÇD puanı 4 ise, EÇD'si 0 olan hastama oranla, hepatit veya  kronik obstrüktif akciğer hastalığı olma riski iki buçuk kat, depresyona girme riski dört buçuk kat, kendi hayatını sonlandırma riski ise on iki kat daha yüksek. Bunu muayene odamda anlıyorum. Değerleri pozitif çıkan hastalarımız için sıkıntı derecesini azaltmak ve semptomları tedavi etmek için multidisipliner tedavi takımı şeklinde çalışıyoruz. Bu çalışma ev ziyaretlerini, bakım koordinasyonunu, akıl sağlığı bakımını, beslenmeyi, bütünsel müdahaleyi, ve evet gerekli olduğunda ilaç tedavisini kapsıyor. Ayrıca aileleri EÇD'nin ve zehirleyici stresin etkileri konusunda eğittik tıpkı prizlerin kaplanması, kurşun zehirlenmesi konularında olduğu gibi. Ve astımlı, diyabetli hastalara uyguladığımız bakımı da hastaların hormonal ve bağışıklık sisteminde değişikliğe yol açacak daha sert tedaviye ihtiyaçlarının olduğunu fark ettirecek şekilde uyarladık.
Başka bir gerçek var ki öğrendiğinizde çatılardan bağırmak istiyorsunuz; bu sadece Bayview'deki çocuklarla ilgili bir konu değil. Ben bunu herkesin duyması için dakikalardır tasvir ediyorum. Bu rutin tarama olabilir, multidisipliner tedavi takımı olabilir ya da en etkili klinik tedavi protokolü için yarış olabilir. Evet. Ama olan bu değil. Benim için olağanüstü bir öğrenmeydi. Şimdi anlıyorum ki, öğrendiğim en iyi ve basit klinik yaklaşım bir eylem içersinde olmakmış. Amerikan Pediatri Akademi'sinin eski başkanı Dr. Robert Block'un da dediği gibi; " Bugün karşılaştığımız ve  toplumun sağlığı düşünüldüğünde değinilmemiş en büyük tehdit faktörü olumsuz çocukluk çağı deneyimleridir." Problemin kapsamı ve oranı o kadar geniş ki bunu düşünmek bize kahredici geldiği için nasıl yaklaşacağımızı bilemememize sebep oluyor. Ama benim için aslında umudun olduğu nokta tam da burası çünkü eğer doğru çerçeveyi çizebilirsek, bunu bir toplumsal sağlık krizi olarak görürsek, sonrasında uygun malzemeyi kullanarak çözüme ulaşabiliriz. Birleşik Devletler'in tütünden kurşun zehirlenmesine, oradan HIV/AIDS'e uzanan konularda oldukça güçlü geçmiş performansları var. Ancak bu başarıyı EÇD ve zehirleyici stres konusunda tekrarlayabilmek için kararlık, bağlılık gerekecek. Ve ben milletlerimizin bu konuya bakış açısını incelediğimde hep neden bunu daha fazla ciddiye almıyoruz diye merak ediyorum.
Biliyorsunuz,  başlarda bu konuyu bizimle ilgili olmadığına inandığımız için önem derecesini düşürdüğümüzü düşünmüştüm. Bu mesele öteki komşu toprakların öteki çocuklarının meselesiydi. Ancak tuhaf olan verilerin bunu tasdik etmemesiydi. EÇD çalışmasının orijinali yüzde yetmişi Kafkas olan ve yüzde yetmiş oranında üniversite eğitimi almış bir popülasyonu kapsıyordu. Fakat sonra,  insanlarla daha fazla konuştukça belki de bu durumun tamamen tersine söz konusudur diye düşünmeye başladım. Eğer şimdi bu odada kaç kişi ruhsal problemi olan bir bireyle aynı ailede büyüdü diye sorsam, bahse girerim ki birkaç el kalkacaktır. Dahası, eğer insanlara kaçınızın ebeveyni alkolikti ya da kaçınızın ebeveyni kızını dövmeyen dizini döver sözüne inanıyordu desem kalkan ellerin sayısının biraz daha artacağına eminim. Bu odada bile durum böyle, bu konu çoğumuza dokunuyor. Ve ben, bu konuyu önemsizleştirmemizin asıl nedeninin konunun bizimle ilgili bir mesele olmasından kaynaklandığına inanmaya başladım.Başkasının posta kutusunda bunu görmek daha kolay çünkü biz kendimizinkine bakmak istemiyoruz. Aksi takdirde hasta olmayı tercih etmek gerek.
Maalesef, bilimsel gelişmeler ve ekonomik gerçeklikler bu seçeneği açıkça daha az uygulanabilir kılıyorlar. Bilim oldukça açık; Çocukluk travmaları ömür boyu sağlığımızı ciddi şekilde etkiliyor. Bugün, biz çocukluk travmalarından hastalıklara ve erken ölümlere giden sürece nasıl müdahale etmemiz gerektiğini yeni anlamaya başlıyoruz. Bundan otuz yıl sonra, yüksek EÇD puanına sahip, davranışsal semptomları çözülemeyen, astım yönetimi ilişkilendirilmeyen, yüksek tansiyon, kalp rahatsızlığı ya da kansere yakalanan çocukların sayısı altı ay içersinde HIV/AIDS'ten ölenleri sayısı kadar tuhaf olacak. İnsanlar bu duruma bakıp " Burada ne oluyor?" diyecekler. Bu tedavi edilebilir. Bu hedef vurulabilir. Bugün ihtiyacımız olan tek ve en önemli şey problemle yüzleşip "evet bu gerçek ve hepimizin problemi" diyebilmek. Ben inanıyorum biz eylemin kendisiyiz.
Teşekkürler

Bu video, TEDTalks'tan Hayat Sende ve BUSOS Gönüllüsü Merve Özmeral tarafından şuradan çevrilmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder