Değerli Katılımcılar,
Öncelikle hepinizi Türkiye’nin en büyük ailesi adına
en içten duygularımla selamlıyorum.
Bugün sizlere kendi hayat tecrübelerim ışığında devlet
korumasında yetişen çocuk ve gençlerin karşılaştıkları sorunları ve hayata
tutunma stratejileri üzerine bazı bilgiler vereceğim. Bunların birçoğu kendi
tecrübelerimdir. Bununla birlikte, devlet korumasından ayrılan gençlerin
oluşturduğu Hayat Sende Gençlik Akademisi Derneğinde de hedef kitleyle
yaptığımız çalışmalarda da gözlemlediğimiz sorunlar. Temennimiz odur ki, dile
getirdiğimiz sorunlar bu gibi toplantılar aracılığıyla daha fazla ele alınsın
ve dünyanın her yerinde kurum bakımı altında kalan her bir çocuğun refahı
artsın. Bu sayede, daha aydınlık bir geleceği hep birlikte kuralım.
Ben 11 yıl yuva ve yurtta kaldım. 7 yaşında girdiğim
yuvadan 18 yaşında evlenerek ayrıldım. 2 çocuğum var. Ben şimdi toplumda
başarılı sayılabilecek bir noktaya gelmiş durumdayım. Şimdi hepiniz
biliyorsunuzdur. Yuvada ve yurtta çocuklar yaşa ve cinsiyete göre tasnif edilir
ve gruplara dağıtılır. Kanımca benim başarımın arkasında benim 0-6 yaşlarda
yuvada kalmamamın etkisi büyük. Yuvada bu yaş grubundaki çocuklara ilişkin
gözlemim yetişkinlerle çok az temaslarının olması, çok fazla çocuğa çok az
personelin düşmesi, personelin sürekli değişmesi ve yine bu personelin çok
fazla bakım gerektiren bu çocuklara karşı yeterli ilgiyi gösterememesi gelmekte
idi. Bu durum birçok sıkıntıyı beraberinde getirmekte idi. Biz yaptığımız
çalışmalarda şunu gördük ve şunu söyledik: “Kurum bakımı çocuk istismarının ve
ihmalinin kurumsallaşmış halidir. Bu yönüyle 0-6 yaş arasında hiçbir çocuk
kurum bakımı altında kalmamalıdır. 0-6 yaş grubu çocuklar uluslararası
sözleşmelerimiz doğrultusunda aile yanında bakılmalıdır.
Biraz önce de belirtmiş olduğum gibi, ben yedi yaşında
yuvaya girdim. Yedi yaşından itibaren yuva yaşamını tecrübe ettim. Tecrübe en
iyi öğretmendir derler. O yönüyle ben de tecrübelerimi anlatacağım. Bunu
yaparken hislerim işin içine girer ve biraz subjektif olursam şimdiden
özürdilerim. Ben yuvaya girdiğimde ilkokul ikiye geçmiştim. Bu zamana kadar
yetiştiğim kasabadan hiç çıkmamış, hiç arabaya binmemiştim. Babam 3,5 yaşında
ölmüştü. Annem de hastalıklardan muzdaripti. Sürekli hastaneye giderdi. O
zamanlar bizlere komşular falan bakar, yemekler getirirdi. Ablam da zaten
küçücük yaşına rağmen annem gibiydi. En sonunda halam annemin yine hastanelere
gittiği bir zaman ablam, abim ve beni yuvaya yazdırmıştı. Yedi yaşında
hayatımda keskin bir değişim olmuştu. Değişimler gerçekten zordur. Benim için
de zordu. Yuva yaşamımdan hatırladıklarım, daha doğrusu bende etki bırakan
yuvalı olmak ile ilgili anılarım aşağıdadır:
Yuvaya gittiğimizde ilk önce bizi yıkamışlardı. Bu
aslında geçmişimizin kirli olduğu gibi bir his de veriyordu. Bunu hemen
yapmasınlar. Koruyucu ailelere de tavsiyemiz bu yöndedir. Saçlarımızı da üçe
vurmuşlardı. Vurmasınlar. Yuvadaki çocuklar arasında saçların üçe vurulması bir
travmadır. Birgün dershanede yuvadan bir kıza öğretmen, “Yavrum sen kız mısın
erkek misin, kusura bakma vallahi anlayamadım.” dediğinde o kızın
hıçkırarak ağladığını anımsıyorum. Aynı kıyafetleri giymesinler. Aynı servisle
okula gitmesinler. Bu uygulamalar etiketlemeyi kolaylaştırıyor. Bunların önüne
geçilmesi gerekli. Küçük küçük ama bu çocukların hayatında önemli izler bırakan
o kadar çok uygulama var ki saymakla bitmez. Örneğin benim zamanımdan bir
uygulama. Çocuğa elli kuruş verip simidini kendi almasını sağlamak yerine yuva
idaresi toplu şekilde parayı okula ödüyordu. Yuvadan da bir çocuk simit
görevlisi oluyordu. Alıyordu 20 simidi koluna sınıf sınıf gezip simit
dağıtıyordu. Yuvada kalan çocuklarsa bunu istemiyordu. Çünkü yuvalı olduğu
arkadaşlarının arasında yüzüne çarpıyor. Bu tarz uygulamalar tamamen terk
edilmeli. Çocuklara aynı giysiler giydirilmemeli. Düşünsenize, Isparta gibi
küçük bir yerde sokakta yürüyen bir çocuğun yuvalı olduğunu herkes
kıyafetinden anlayabilirdi. Bu çocuklar akranları gibi alışveriş merkezlerine
gidip diledikleri kıyafetleri seçebilmeli. Aksi takdirde, kesilmiş saçıyla,
aynı kıyafetleriyle öğretmenin gözünde, velinin gözünde, öğrencinin gözünde,
servisçinin gözünde, kantincinin gözünde hepsi birden yuvalı oluyor. Yuvalı gel
yuvalı git. Yuvalı diye daha bir horlanma. Hatırlıyorum: Sınıfta bir kız çocuğu
ağlıyordu öğretmenim beni yuvalı Zehra’yla oturtmayın n’olur diye. Örneğin
öğretmenin 6 yuvalı çocuğun olduğu bir sınıfta “Kitaplarınızı unutmayın.
Yuvalılar siz de!” demesi beni ve diğer çocukları incitiyordu. Çünkü ben
sınıfın en çalışkanıydım ama yuvalı olmam öne çıkıyordu. Bilgi yarışmalarında
okulu temsil etmeye hak kazanmıştım. Beni yedeğe koyup bir aile çocuğunu
almışlardı. Hayatımdaki travmalardan biridir. Sizin en çok ihtiyacınız olduğu
anda kendinizi sahipsiz hissediyorsunuz.
Şimdi hepiniz biliyorsunuz, yuvadaki çocuklar
etiketlemeden muzdariptir. Etiketleme bu çocuk ve gençlerin özgüvenlerini
kırmaktadır. Bu çocuklar sırf bu yüzden kendilerini toplumun en altına
koymaktadır. Etiketleme yuvada kalan çocukların bilinçlerinin önemli ölçüde
yaralanmasına neden oluyor. Etiketlemenin her şekilde önlenmesi gerekli.
Etiketlemeyle mücadele için kolektif bilinçte dönüşüm gerekiyor. Öğretmenlere
bu çocuklara nasıl davranacaklarına ilişkin bilgiler ve eğitimler vererek.
Koruyucu aileliği, yuvayı, yurdu, evlat edinmeyi milli eğitim müfredatına
koyarak. Bu çocuklara ilişkin imaj yönetimi kampanyaları tasarlayarak. Demir
parmaklıklar ardında bu çocukların oynayacağı parklar yerine, bu çocukları
diğer çocukların oynadığı parklara taşıyarak. Bu çocukların korolarını şehir
tiyatrosu gibi sağda solda dolandırmak yerine bu çocukları şehrin diğer
çocuklarının bulunduğu korolara vererek. Bu çocukları medyada tehlikeli
gösterme eğiliminden kaçınarak. Tüm bunlar yüzünden çocuk toplumda dışlanıyor.
Toplumla arasında bir sosyal duvar oluşuyor. Bu sosyal duvarın yok edilmesi
gerekiyor. Yuva ve yurt kelimesinin içini boşaltmak ve olumlu anlamlarla
yeniden doldurmak gerekiyor. Geçen gün restoranda otururken dernekten
arkadaşlarla kadının biri siz yurttan mı yetiştiniz dedi? Evet dedik. Ya bizim
oraya çocuk evi açtılar. Nolur kapatsınlar. Hırsızlık arttı, vs. vs. Dört
kişiydik ve Teyze dedik dördümüz de kariyer memuruyuz. İyi üniversiteler
bitirmişiz. Şu Bakanlıkta çalışıyouz. Aaa öyle mi? dedi. Bu işte kolektif
bilinç. Yuvada ve yurtta yetişen çocukları lime lime doğrayan, ötekileştiren,
yalnızlaştıran kolektif bilinç bu.
Kurumlarda kalan çocukların önemli eksikliklerinden
biri de temel yaşam becerilerinin kazandırılmamış olması. Bu bir süreç. Ben 18
yaşında kadar sinemaya ve markete gitmedim. Hiç ekmek almadım. Hiç yemek
pişirmedim. Doğru dürüst hiç bütçe yapmadım. Bunları yaşayarak öğrenmemiz lazım
idi. Bunlar yapılmadığında çocuk kurumdan ayrıldığında, memuriyete
başladığında ne bütçe yönetebiliyor, ne de ev hayatına alışabiliyor. Bu konuda
son on yılda önemli mesafeler alındı. Ama hala gidilmesi gereken epeyce bir yol
var. Öte yandan, kurum bakımındaki çocukların bireyselliklerinin daha fazla öne
çıkarılacağı, her çocuğa kendi potansiyelini gerçekleştirebileceği ortamların
daha fazla sağlanması yaşama hazırlanmada önemlidir. Sporla hiç barışık olmayan
ama satranca kafası inanılmaz çalışan beni yıllarca güreşçi yapmaya çalıştılar.
Bu çocukların kendi özgünlüklerinin daha fazla farkına varılması gerekir.
Yuva ve yurtlardaki kardeşlerle ilgili de bir şey
söylemek isterim. Ben ablamdan ve abimden yuvada ve yurtta kalırken ayrıldım.
Ablamdan ayrılmak inanılmaz bir travmaydı. Yedi yaşına kadar annem gibi olmuş
ablamdan ayrılmıştım. 10 yıl da görüşemedik. Buradan ricam kardeşler ayrılmasın.
Birbirinden koparılmasın. Birbiriyle görüşmeleri sağlansın. Son dönemde Sn.
Bakan’ın bu yönde açıklamaları var. Bunları sevinçle karşılıyoruz.
Gönüllülük üzerine birkaç bir şey söylemek istiyorum.
Ben yuvada kalırken üniversiteli ablalar bize ders çalıştırmaya gelirdi. Bana
birisi ben seni çok sevdim sen Beşiktaşlı ol dedi. Ben fenerliydim. O günden
beri Beşiktaşlıyım. Adını hatırlamıyorum. Yüzünü de. O beni belki hiç
hatırlamıyor. Ama bir gerçek var. Ben onun hayatında küçük bir yerdeydim. Ama o
benim hayatıma öyle şeyler kattı ki, iyi okullar kazandım ve buralara kadar
geldim. O abla dörde giderken gelmişti. Sonra mezun oldu üniversiteden gitti.
Özgür Teyze geldi. Emekli matematik öğretmeni. Gönüllüydü. Ne mi yaptı Özgür
teyze? Beni öyle çalıştırdı ki o yıl Anadolu Lisesini kazandım. Bu çocukların
üzerinde gönüllülerin etkisi çok büyük. Bakanlığın ise bir gönüllü yönetmeliği
var ama gönüllü stratejisi yok. Bu konuya eğilinmesini ve sivil toplumla daha
fazla işbirliği yapılması gerektiğini düşünüyorum. Biz, içlerinden çıktığımız
Hayat Sende’ye bile neredeyse bütün yollar kapalı.
Kurum bünyesinde kalan çocuklara yönelik çalışmalar
çok kapsamlı. Fakat yurttan ayrılan gençler ihmal ediliyor. Bu noktada şunu
belirtmek isterim. Bu çocuklar halihazır düzenlemelerle hiçbir
dayanakları olmadan yurttan çıkıyor. Bakın Doğu Avrupa’daki istatistikler
çarpıcı. Yurttan ayrıldıktan sonra bu kızların yüzde 15’i fuhuşa sürükleniyor.
Yüzde 20’si suça sürükleniyor. Yüzde 10’u canına kıyıyor. Ülkemizde ise
kaliteli veri yok. Bakanlık iş tanımında açıkca belirtilmesine rağmen çocuklar
izlenmiyor. Halbuki işten atılmalar çok yaygın. Varsa yoksa İşe
Yerleştirme Yasası. Psikolojik baskılar, cinsel taciz haberleri gibi haberlere
rastlıyoruz. Hem bakanlıkta hem de vatandaşta işe yerleştirme yasası bu
çocuklara verilmiş ve abartılı bir imtiyaz olarak görülüyor. Halbuki bu yasa,
burada kalan çocukların potansiyellerini gerçekleştirmelerinin önünde bir
engel. Kurumlar çocukları hep alt pozisyonlarda istihdam etmek istiyor. Burada
mutlaka bir farklılaştırma yapılmalı. Çocukların eğitim burslarıyla çok dilli /
çok kültürlü ülkelere gitmesi gibi teşvik edilmeli. Yetiştirme yurdunda yapılan
bir Avrupa Birliği projesinde çocuklar 3 ayda İngilizceyi sökmüşlerdi. Özel
üniversitelerde bu çocuklara kontenjanlar açılabilir. Bu noktada motivasyonel
unsurlar çok iyi kurulmalı. Girişimcilik hibeleri gibi hibeler verilebilir.
KOSGEB kredilerinden daha düşük faizle yararlandırılabilir. Amerika’da
bale okulu açmış abilerimiz var. Bunların daha fazla olması için çalışmalıyız.
Son olarak, yönetiminde yer aldığım ve kurumda yetişen
gençlerce kurulmuş Hayat Sende Derneğine ilişkin birkaç şey söylemek istiyorum.
Çocuklar yurttan ayrılırken, yurttan ayrılan gençlerin kurduğu derneklere de
çok iş düşüyor. Bu dernekler kurum bakımındaki çocukların hayata
entegrasyonunda çok iyi birer arayüz olabilir. Ama Bakanlık kurumda
yetiştirdiği bireylerin tecrübelerine güvenmiyor. Halbuki yapması gereken, bu
derneklerin kurumsal kapasitelerini güçlendirmek. Eğitimler vermeli bu
derneklere. Bu dernekler geriden gelen kardeşlerine hayata tutunma
tecrübelerini aktaracak en önemli merkezler olmalı. Bugün Ankara’ya her yıl 750
kadar genç memur olarak atanıyor. Yüzlerce genç de iş sınavlarına girmek için
geliyor. Anadolu’nun küçük illerinden Ankara’ya geliyor. Bunları Ankara’da
sosyal ortamlara sokmak, düzenli eğitimler vermek, insan kaynağı kalitelerini
artırmak, dil okulları, bilgisayar kursları, kişisel gelişim merkezleri ile
protokoller imzalayarak bu gençleri uygun fiyatlarla yararlandırmak hep bu
derneklerin işi olmalı. Bizler bunu yapmaya çalışıyoruz. Geçen yıl Fark Yaratan
seçildik. Bilgi Genç Sosyal Girişimci Ödülünü aldık. Bu bizlere güvenilirse
neler yapabileceğimizin en önemli göstergesi.
Tüm bu söylediklerimi özetlemek gerekirse, Yuva ve yurtlar yerine aile yanında bakımın
yaygınlaştırılması, Kurumlarda kalan kardeşlerin mümkün olduğunca
ayrılmaması, ayrılıyorlarsa bile, düzenli görüşmelerinin sağlanması, Kurumda kalan ve ayrılan çocuk ve gençlere ilişkin
yapılan etiketlemeyle mücadele edilmesi, İşe Yerleştirme Yasasının çocukların potansiyellerini
gerçekleştirmelerinin önünde bir engel olmasının önlenmesi, Kurumdan ayrılan gençlere ilişkin Bakanlığın etkili
politikalar üretmesi, istatistikler toplaması, bu istatistikleri kamuoyuyla
paylaşması, Yurttan ayrılan gençlerin oluşturduğu derneklerin
kurumsal kapasiteleri güçlendirilerek geride kalan çocukların hayata
hazırlanmalarında bu derneklerin önemli arayüz olmasının sağlanması, Bakanlığın etkili bir gönüllü stratejisi uygulaması ve
sivil toplumla daha fazla işbirliği yapmasının uygun olacağını düşünüyorum.
Sözlerime son verirken, yedi yaşında önünde sadece inşaat
işçiliği gibi bir kariyer yolu olan beni bugün bu noktaya getiren yuva ve yurda
teşekkür eder, yapılan bu konferansın Türkiye’nin en büyük ailesine faydalar
getirmesini diler, yüreği daha iyi bir toplum için atan sizlere en derin
saygılarımı sunarım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder