17 Ekim 2015 Cumartesi

Kurum Bakımından Topluma Geçişte Çocuklar Sempozyumu Açılış Konuşması


Değerli Katılımcılar,
Öncelikle hepinizi Türkiye’nin en büyük ailesi adına en içten duygularımla selamlıyorum.
Bugün sizlere kendi hayat tecrübelerim ışığında devlet korumasında yetişen çocuk ve gençlerin karşılaştıkları sorunları ve hayata tutunma stratejileri üzerine bazı bilgiler vereceğim. Bunların birçoğu kendi tecrübelerimdir. Bununla birlikte, devlet korumasından ayrılan gençlerin oluşturduğu Hayat Sende Gençlik Akademisi Derneğinde de hedef kitleyle yaptığımız çalışmalarda da gözlemlediğimiz sorunlar. Temennimiz odur ki, dile getirdiğimiz sorunlar bu gibi toplantılar aracılığıyla daha fazla ele alınsın ve dünyanın her yerinde kurum bakımı altında kalan her bir çocuğun refahı artsın. Bu sayede, daha aydınlık bir geleceği hep birlikte kuralım.

Ben 11 yıl yuva ve yurtta kaldım. 7 yaşında girdiğim yuvadan 18 yaşında evlenerek ayrıldım. 2 çocuğum var.  Ben şimdi toplumda başarılı sayılabilecek bir noktaya gelmiş durumdayım. Şimdi hepiniz biliyorsunuzdur. Yuvada ve yurtta çocuklar yaşa ve cinsiyete göre tasnif edilir ve gruplara dağıtılır. Kanımca benim başarımın arkasında benim 0-6 yaşlarda yuvada kalmamamın etkisi büyük. Yuvada bu yaş grubundaki çocuklara ilişkin gözlemim yetişkinlerle çok az temaslarının olması, çok fazla çocuğa çok az personelin düşmesi, personelin sürekli değişmesi ve yine bu personelin çok fazla bakım gerektiren bu çocuklara karşı yeterli ilgiyi gösterememesi gelmekte idi. Bu durum birçok sıkıntıyı beraberinde getirmekte idi. Biz yaptığımız çalışmalarda şunu gördük ve şunu söyledik: “Kurum bakımı çocuk istismarının ve ihmalinin kurumsallaşmış halidir. Bu yönüyle 0-6 yaş arasında hiçbir çocuk kurum bakımı altında kalmamalıdır. 0-6 yaş grubu çocuklar uluslararası sözleşmelerimiz doğrultusunda aile yanında bakılmalıdır.

Biraz önce de belirtmiş olduğum gibi, ben yedi yaşında yuvaya girdim. Yedi yaşından itibaren yuva yaşamını tecrübe ettim. Tecrübe en iyi öğretmendir derler. O yönüyle ben de tecrübelerimi anlatacağım. Bunu yaparken hislerim işin içine girer ve biraz subjektif olursam şimdiden özürdilerim. Ben yuvaya girdiğimde ilkokul ikiye geçmiştim. Bu zamana kadar yetiştiğim kasabadan hiç çıkmamış, hiç arabaya binmemiştim. Babam 3,5 yaşında ölmüştü. Annem de hastalıklardan muzdaripti. Sürekli hastaneye giderdi. O zamanlar bizlere komşular falan bakar, yemekler getirirdi. Ablam da zaten küçücük yaşına rağmen annem gibiydi. En sonunda halam annemin yine hastanelere gittiği bir zaman ablam, abim ve beni yuvaya yazdırmıştı. Yedi yaşında hayatımda keskin bir değişim olmuştu. Değişimler gerçekten zordur. Benim için de zordu. Yuva yaşamımdan hatırladıklarım, daha doğrusu bende etki bırakan yuvalı olmak ile ilgili anılarım aşağıdadır: 

Yuvaya gittiğimizde ilk önce bizi yıkamışlardı. Bu aslında geçmişimizin kirli olduğu gibi bir his de veriyordu. Bunu hemen yapmasınlar. Koruyucu ailelere de tavsiyemiz bu yöndedir. Saçlarımızı da üçe vurmuşlardı. Vurmasınlar. Yuvadaki çocuklar arasında saçların üçe vurulması bir travmadır. Birgün dershanede yuvadan bir kıza öğretmen, “Yavrum sen kız mısın erkek misin, kusura bakma vallahi anlayamadım.” dediğinde  o kızın hıçkırarak ağladığını anımsıyorum. Aynı kıyafetleri giymesinler. Aynı servisle okula gitmesinler. Bu uygulamalar etiketlemeyi kolaylaştırıyor. Bunların önüne geçilmesi gerekli. Küçük küçük ama bu çocukların hayatında önemli izler bırakan o kadar çok uygulama var ki saymakla bitmez. Örneğin benim zamanımdan bir uygulama. Çocuğa elli kuruş verip simidini kendi almasını sağlamak yerine yuva idaresi toplu şekilde parayı okula ödüyordu. Yuvadan da bir çocuk simit görevlisi oluyordu. Alıyordu 20 simidi koluna sınıf sınıf gezip simit dağıtıyordu. Yuvada kalan çocuklarsa bunu istemiyordu. Çünkü yuvalı olduğu arkadaşlarının arasında yüzüne çarpıyor. Bu tarz uygulamalar tamamen terk edilmeli. Çocuklara aynı giysiler giydirilmemeli. Düşünsenize, Isparta gibi küçük bir yerde sokakta yürüyen bir çocuğun  yuvalı olduğunu herkes kıyafetinden anlayabilirdi. Bu çocuklar akranları gibi alışveriş merkezlerine gidip diledikleri kıyafetleri seçebilmeli. Aksi takdirde, kesilmiş saçıyla, aynı kıyafetleriyle öğretmenin gözünde, velinin gözünde, öğrencinin gözünde, servisçinin gözünde, kantincinin gözünde hepsi birden yuvalı oluyor. Yuvalı gel yuvalı git. Yuvalı diye daha bir horlanma. Hatırlıyorum: Sınıfta bir kız çocuğu ağlıyordu öğretmenim beni yuvalı Zehra’yla oturtmayın n’olur diye. Örneğin öğretmenin 6 yuvalı çocuğun olduğu bir sınıfta “Kitaplarınızı unutmayın. Yuvalılar siz de!” demesi beni ve diğer çocukları incitiyordu. Çünkü ben sınıfın en çalışkanıydım ama yuvalı olmam öne çıkıyordu. Bilgi yarışmalarında okulu temsil etmeye hak kazanmıştım. Beni yedeğe koyup bir aile çocuğunu almışlardı. Hayatımdaki travmalardan biridir. Sizin en çok ihtiyacınız olduğu anda  kendinizi sahipsiz hissediyorsunuz. 

Şimdi hepiniz biliyorsunuz, yuvadaki çocuklar etiketlemeden muzdariptir. Etiketleme bu çocuk ve gençlerin özgüvenlerini kırmaktadır. Bu çocuklar sırf bu yüzden kendilerini toplumun en altına koymaktadır. Etiketleme yuvada kalan çocukların bilinçlerinin önemli ölçüde yaralanmasına neden oluyor. Etiketlemenin her şekilde önlenmesi gerekli. Etiketlemeyle mücadele için kolektif bilinçte dönüşüm gerekiyor. Öğretmenlere bu çocuklara nasıl davranacaklarına ilişkin bilgiler ve eğitimler vererek. Koruyucu aileliği, yuvayı, yurdu, evlat edinmeyi milli eğitim müfredatına koyarak. Bu çocuklara ilişkin imaj yönetimi kampanyaları tasarlayarak. Demir parmaklıklar ardında bu çocukların oynayacağı parklar yerine, bu çocukları diğer çocukların oynadığı parklara taşıyarak. Bu çocukların korolarını şehir tiyatrosu gibi sağda solda dolandırmak yerine bu çocukları şehrin diğer çocuklarının bulunduğu korolara vererek. Bu çocukları medyada tehlikeli gösterme eğiliminden kaçınarak. Tüm bunlar yüzünden çocuk toplumda dışlanıyor. Toplumla arasında bir sosyal duvar oluşuyor. Bu sosyal duvarın yok edilmesi gerekiyor. Yuva ve yurt kelimesinin içini boşaltmak ve olumlu anlamlarla yeniden doldurmak gerekiyor. Geçen gün restoranda otururken dernekten arkadaşlarla kadının biri siz yurttan mı yetiştiniz dedi? Evet dedik. Ya bizim oraya çocuk evi açtılar. Nolur kapatsınlar. Hırsızlık arttı, vs. vs. Dört kişiydik ve Teyze dedik dördümüz de kariyer memuruyuz. İyi üniversiteler bitirmişiz. Şu Bakanlıkta çalışıyouz. Aaa öyle mi? dedi. Bu işte kolektif bilinç. Yuvada ve yurtta yetişen çocukları lime lime doğrayan, ötekileştiren, yalnızlaştıran kolektif bilinç bu. 

Kurumlarda kalan çocukların önemli eksikliklerinden biri de temel yaşam becerilerinin kazandırılmamış olması. Bu bir süreç. Ben 18 yaşında kadar sinemaya ve markete gitmedim. Hiç ekmek almadım. Hiç yemek pişirmedim. Doğru dürüst hiç bütçe yapmadım. Bunları yaşayarak öğrenmemiz lazım idi.  Bunlar yapılmadığında çocuk kurumdan ayrıldığında, memuriyete başladığında ne bütçe yönetebiliyor, ne de ev hayatına alışabiliyor. Bu konuda son on yılda önemli mesafeler alındı. Ama hala gidilmesi gereken epeyce bir yol var. Öte yandan, kurum bakımındaki çocukların bireyselliklerinin daha fazla öne çıkarılacağı, her çocuğa kendi potansiyelini gerçekleştirebileceği ortamların daha fazla sağlanması yaşama hazırlanmada önemlidir. Sporla hiç barışık olmayan ama satranca kafası inanılmaz çalışan beni yıllarca güreşçi yapmaya çalıştılar. Bu çocukların kendi özgünlüklerinin daha fazla farkına varılması gerekir.

Yuva ve yurtlardaki kardeşlerle ilgili de bir şey söylemek isterim. Ben ablamdan ve abimden yuvada ve yurtta kalırken ayrıldım. Ablamdan ayrılmak inanılmaz bir travmaydı. Yedi yaşına kadar annem gibi olmuş ablamdan ayrılmıştım. 10 yıl da görüşemedik. Buradan ricam kardeşler ayrılmasın. Birbirinden koparılmasın. Birbiriyle görüşmeleri sağlansın. Son dönemde Sn. Bakan’ın bu yönde açıklamaları var. Bunları sevinçle karşılıyoruz. 

Gönüllülük üzerine birkaç bir şey söylemek istiyorum. Ben yuvada kalırken üniversiteli ablalar bize ders çalıştırmaya gelirdi. Bana birisi ben seni çok sevdim sen Beşiktaşlı ol dedi. Ben fenerliydim. O günden beri Beşiktaşlıyım. Adını hatırlamıyorum. Yüzünü de. O beni belki hiç hatırlamıyor. Ama bir gerçek var. Ben onun hayatında küçük bir yerdeydim. Ama o benim hayatıma öyle şeyler kattı ki, iyi okullar kazandım ve buralara kadar geldim. O abla dörde giderken gelmişti. Sonra mezun oldu üniversiteden gitti. Özgür Teyze geldi. Emekli matematik öğretmeni. Gönüllüydü. Ne mi yaptı Özgür teyze? Beni öyle çalıştırdı ki o yıl Anadolu Lisesini kazandım. Bu çocukların üzerinde gönüllülerin etkisi çok büyük. Bakanlığın ise bir gönüllü yönetmeliği var ama gönüllü stratejisi yok. Bu konuya eğilinmesini ve sivil toplumla daha fazla işbirliği yapılması gerektiğini düşünüyorum. Biz, içlerinden çıktığımız Hayat Sende’ye bile neredeyse bütün yollar kapalı.  

Kurum bünyesinde kalan çocuklara yönelik çalışmalar çok kapsamlı. Fakat yurttan ayrılan gençler ihmal ediliyor. Bu noktada şunu belirtmek isterim.  Bu çocuklar halihazır düzenlemelerle hiçbir dayanakları olmadan yurttan çıkıyor. Bakın Doğu Avrupa’daki istatistikler çarpıcı. Yurttan ayrıldıktan sonra bu kızların yüzde 15’i fuhuşa sürükleniyor. Yüzde 20’si suça sürükleniyor. Yüzde 10’u canına kıyıyor. Ülkemizde ise kaliteli veri yok. Bakanlık iş tanımında açıkca belirtilmesine rağmen çocuklar izlenmiyor. Halbuki işten atılmalar çok yaygın.  Varsa yoksa İşe Yerleştirme Yasası. Psikolojik baskılar, cinsel taciz haberleri gibi haberlere rastlıyoruz. Hem bakanlıkta hem de vatandaşta işe yerleştirme yasası bu çocuklara verilmiş ve abartılı bir imtiyaz olarak görülüyor. Halbuki bu yasa, burada kalan çocukların potansiyellerini gerçekleştirmelerinin önünde bir engel. Kurumlar çocukları hep alt pozisyonlarda istihdam etmek istiyor. Burada mutlaka bir farklılaştırma yapılmalı. Çocukların eğitim burslarıyla çok dilli / çok kültürlü ülkelere gitmesi gibi teşvik edilmeli. Yetiştirme yurdunda yapılan bir Avrupa Birliği projesinde çocuklar 3 ayda İngilizceyi sökmüşlerdi. Özel üniversitelerde bu çocuklara kontenjanlar açılabilir. Bu noktada motivasyonel unsurlar çok iyi kurulmalı. Girişimcilik hibeleri gibi hibeler verilebilir. KOSGEB kredilerinden daha düşük faizle yararlandırılabilir.  Amerika’da bale okulu açmış abilerimiz var. Bunların daha fazla olması için çalışmalıyız.

Son olarak, yönetiminde yer aldığım ve kurumda yetişen gençlerce kurulmuş Hayat Sende Derneğine ilişkin birkaç şey söylemek istiyorum. Çocuklar yurttan ayrılırken, yurttan ayrılan gençlerin kurduğu derneklere de çok iş düşüyor. Bu dernekler kurum bakımındaki çocukların hayata entegrasyonunda çok iyi birer arayüz olabilir. Ama Bakanlık kurumda yetiştirdiği bireylerin tecrübelerine güvenmiyor. Halbuki yapması gereken, bu derneklerin kurumsal kapasitelerini güçlendirmek. Eğitimler vermeli bu derneklere. Bu dernekler geriden gelen kardeşlerine hayata tutunma tecrübelerini aktaracak en önemli merkezler olmalı. Bugün Ankara’ya her yıl 750 kadar genç memur olarak atanıyor. Yüzlerce genç de iş sınavlarına girmek için geliyor. Anadolu’nun küçük illerinden Ankara’ya geliyor. Bunları Ankara’da sosyal ortamlara sokmak, düzenli eğitimler vermek, insan kaynağı kalitelerini artırmak, dil okulları, bilgisayar kursları, kişisel gelişim merkezleri ile protokoller imzalayarak bu gençleri uygun fiyatlarla yararlandırmak hep bu derneklerin işi olmalı. Bizler bunu yapmaya çalışıyoruz. Geçen yıl Fark Yaratan seçildik. Bilgi Genç Sosyal Girişimci Ödülünü aldık. Bu bizlere güvenilirse neler yapabileceğimizin en önemli göstergesi.

Tüm bu söylediklerimi özetlemek gerekirse, Yuva ve yurtlar yerine aile yanında bakımın yaygınlaştırılması, Kurumlarda kalan kardeşlerin mümkün olduğunca ayrılmaması, ayrılıyorlarsa bile, düzenli görüşmelerinin sağlanması, Kurumda kalan ve ayrılan çocuk ve gençlere ilişkin yapılan etiketlemeyle mücadele edilmesi, İşe Yerleştirme Yasasının çocukların potansiyellerini gerçekleştirmelerinin önünde bir engel olmasının önlenmesi, Kurumdan ayrılan gençlere ilişkin Bakanlığın etkili politikalar üretmesi, istatistikler toplaması, bu istatistikleri kamuoyuyla paylaşması, Yurttan ayrılan gençlerin oluşturduğu derneklerin kurumsal kapasiteleri güçlendirilerek geride kalan çocukların hayata hazırlanmalarında bu derneklerin önemli arayüz olmasının sağlanması, Bakanlığın etkili bir gönüllü stratejisi uygulaması ve sivil toplumla daha fazla işbirliği yapmasının uygun olacağını düşünüyorum.  

Sözlerime son verirken, yedi yaşında önünde sadece inşaat işçiliği gibi bir kariyer yolu olan beni bugün bu noktaya getiren yuva ve yurda teşekkür eder, yapılan bu konferansın Türkiye’nin en büyük ailesine faydalar getirmesini diler, yüreği daha iyi bir toplum için atan sizlere en derin saygılarımı sunarım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder