3 Aralık 2014 Çarşamba

BEN BAYRAMI SEVERİM

Severim ben bayramları, bayram rutinlerini. Belki her bayram günü için ya alıp ya dikip bulup buluşturup beni çiçek gibi süsledikleri için, belki de aldığım gazozlara sponsorum harçlıklarım için ya da topladığım torba torba çerez için ya da ne annem ne de babam sevmediğim insanlara değil de sadece sevdiklerime götürdüklerinden (bayramlarda zorunlu ziyaret yoktu bizde de sevmediğim akrabalara götürmezlerdi ) ellerini öpmeyi de severim büyüklerimin. Bir süredir de kurban bayramında çocukların evimizi ziyaretini seviyorum. 


Duyanların o kadar kişi nasıl nereye sığıyor diyenlerin şaşkın bakışlarını seviyorum. Bilmiyorlar ki yüreklerin sığdığı yerlere kimler kimler sığar. Çocukların coşku dolu girişlerini seviyorum eve el öperken. Arada değiştirdiğim evleri kıyaslamalarını seviyorum.  


Bu ziyaretleri onların da benimseyip rutin olarak kabul etmesini seviyorum. Kurban etini birlikte yemeyi seviyorum zaten güzel olan tadı birlikte paylaşınca yılın ziyafeti gibi geliyor.


Bu yılda önce Burak ve Mert geldi ziyarete hem yardımcı olmaya hem de anılarını tazelemeye. Sonra Gülden ve kızı sonra sanırım çocuklar sonrasını sayamadım fotoğraflardan görürsünüz paylaştım closed grupta. Gruptaki herkesi de etiketledim sanırım atlama olduysa affola. Çünkü hepinizin yüreği de oradaydı kanımca. 


Mesela ev toplantısına getirilen kolalardı çocuklara dağıttığım getirenlerin kesesine bereket, mesela annenin bana teşekkürüydü eski çocukları da çağırmama. Çünkü dedi onları görünce gözlerinin içi gülüyor çocukların kendilerini geleceklerini görüyorlar mutlu oluyorlar. E onların mayasındaki bu gelecek hayaline örnek olanlarda hepimizden bir parça var.


Bu arada bu yıl çifte bayram olması sebebiyle bizde de iki kutlama vardı. Önce harçlıkları alıp kurban bayramını kutladık, çikolata ve totolarla birlikte. Sonra şiirler ve balonlarla Cumhuriyet bayramını.


Kutlamalar sonrasında Melis’lerin evindeydik. Babası ameliyat olmuş ablası babasının başında ve 45 kişiyi gıkları çıkmadan ağırladılar. Bizden sonra enkazı toparlamaları da zaman almıştır kanımca. Orada bizi bir de güzel sürpriz Erdi bekliyordu özlemişiz kendisini. Bir çifte kutlamayı da orada yaptık Yelda abladan kitaplarla.

Alıntı resim; Bayram sevinci.

Bayram keyfini bizimle paylaşan tüm yüreklere içten teşekkürler.


GÖNÜLLÜ

1 Kasım 2014 Cumartesi

Dünyanın Lanetlileri




Jean Paul Sartre, Batı uygarlığının sömürgeci tutumunu eleştirmek için bir manifesto yayınlamış ve “Hepimiz  Dünyanın Lanetlileriyiz!” demişti.


İçinde yetiştiğimiz İslam medeniyeti veya kültürel gücü nedeniyle sömürgecilerin en fazla  yarı-sömürge durumuna düşürebildiği Osmanlı Devletinden bakınca Sartre’ın ne demek istediğini tam anlamayamamıştım.


Sartre’ı anlamak için Batı sömürgeciliğinin dizginlerinden tamamen boşaldığı ülkeleri görmem gerekti.


Geçtiğimiz hafta Afrika’daydım. Mutlu insanların ülkesi, bireycilik yerine kolektifliğin vurgulandığı, huzurlu ve güvenli bir ülke olan Etyopya’da.


Aynı Etyopya, Birleşmiş Milletler Kalkınma Endeksinde 182 ülke arasında 167. sırada idi. Neredeyse hiç yeraltı ve üstü kaynağı yoktu.


100 milyonluk devasa bir nüfus, çok az devlet kapasitesi ve sanayileşme ile tıngır mıngır gidiyordu.


Etyopya’da bir yetimhane  ziyareti



İlgi alanım olan devlet korumasındaki çocuklara ilişkin zorlu trafiğin keşmekeşinde, mihmandarımın ehliyetini polise kaptırma pahasına bazı kurumları da ziyaret etme şansı buldum bu ziyaretimde.


Etyopya’daki çocuk evlerini işleten sivil toplum kuruluşları SOSEE ve SOS’u ziyaret ettim. Yöneticilerinden aldığım bilgiler iç karartıcıydı.


Etyopya’da 1 milyondan fazla yetim çocuk vardı. 600.000 AIDS’li çocuk bulunmaktaydı. Çocuk istismarı had safhadaydı.


Bu devasa ülkede yalnızca 1.621 koruyucu aile vardı. Devletin ise, koruma altındaki çocukların sayısını bile bildiklerinden emin değillerdi.


Sıra Çocukların Barındığı Merkezin İçini Gezmekte!


Çocukların kaldığı yerleri gezince ülkemizde koruma altındaki çocuklara ilişkin kurumlarımızın kapasitesinin ne kadar yüksek olduğunu gördüm. Türkiye çocuk politikasında bu ülkenin yanında uzay çağını yaşıyordu.


SOSEE’nin bir avuç idealist yöneticisi gezimiz sırasında 8 yıl önce Etyopya’da kıtlık olduğunu ve 500.000 insanın öldüğünü anlatıyordu o esnada.


Hemen her ülkede olduğu gibi, engelli bireylerin kurumlara terk edilme oranının yüksekliği ilk bakışta göze çarpıyordu.


Biz beyaz adamları görünce elleri beni al diye havaya kalkan küçük çocukları görünce yanımdaki mihmandar, “Aman hocam, Allah muhafaza hastalık falan bulaşır” diye beni uyarıyordu.


Bense çocuğu kucağıma alıp ona dönerek, dünyada bunca rezillik varken hasta olmuşum, ölmüşüm çok değil diyordum.


O çocuğu kucağıma aldığımda, kurumlardaki çocuklar üzerine tüm bildiklerimi unutuyordum.


Ülkemde bir kurumu ziyaret etsem, bir gönüllü ve ziyaretçi ilk gördüğü ve bir daha görmeyeceği bir çocuğu kucağına alsa, napıyorsun sen, çocuklara faydadan çok zarar veriyorsun diye söylemediğimi bırakmam ama gayrıihtiyari yapıyor işte insan.


Umut fakirin ekmeği, benimse düşüm!


Kurumdan çıkarken cebimdeki tüm parayı bu idealist sivil toplum kuruluşuna bağışladım.


Başkaları ah vah eder ve önüne bakar ya, hiç de öyle demeden, telefona sarıldım ve Koruncuk Vakfı İş Geliştirme Koordinatörü olan ve aynı zamanda Afrika’ya teknik destek veren bir sivil toplum kuruluşu SENDE GEL’in yöneticisi Kerim’e ulaştım:


“Abi, acilen uluslarasılaşmamız ve buralara gelmemiz lazım!”


Sartre’ı mezarında ters mi döndüreceğiz veya dünyanın lanetlisi beyaz adam olmaya devam mı edeceğiz zaman gösterecek?


Abdullah OSKAY
abdullah.oskay@hayatsende.org

(Not: https://docs.google.com/document/d/1MbjBTnc49o7f1dGYCxMT9ZWGihuFuYDAbul4I__SZS8/edit sayfasından alınmıştır.)

30 Ekim 2014 Perşembe

GENÇLİK ÇALIŞMALARI: AMA NASIL?

Gençlik çalışmaları denilince herkesin aklına üniversite öğrencileri geliyor. Spesifik sorunları olan roman gençleri, madde bağımlısı gençler, vicdani retçi gençler, cinsel yönelimi farklı gençler, hapishanelerdeki özgürlüğünden yoksun gençler, devlet korumasından hayata atılan gençler gibi gençler akla gelmiyor.

Dahası gençlik politikalarını belirleyen devletin de aklında içkin olarak gençlik eşittir üniversite öğrencisi diye bir kalıp var.

Ne de olsa geleceğin potansiyel elitlerini tavlarsak, adımız yürür, toplumda meşruiyetimiz daha hızlı yayılır gibi bir algıyla hareket ediliyor herhalde.

Peki gençlik gerçekten bu gruptan mı ibaret?

Elbette ki hayır! Birçok genç eğitim sisteminin dışında. Örgün eğitim ortalaması ülkemizde hala 7,6 yıl mesela.

Birçok genç de marjinalize olmuş durumda. Umutsuzluk, karamsarlık gençlerin ata sporu gibi.

İşsizlik gençler arasında çok yaygın.

Neredeyse ülke gençliğinin tamamı Ulusal Ajansın hareketlilik projelerini çıkarın yurtdışına çıkabilecek bütçeye sahip değil.

Genç girişimciliği de istenen seviyede değil. Girişimcilik ekosisteminde gençlik yok addediliyor. Addedilmese bile sadece “teknogirişimci” gençlik destekleniyor.

Kısacası gençlik sadece bu gruptan ibaret değil!

Spesifik bir gençlik grubuyla devam edelim mi: Devlet korumasında yetişen gençler!

Evet. Ülkemizde devlet korumasında yetişen gençler var. Ve de 18 yaşında eğitimlerine devam etmiyorsa yurttan ayrılan gençler.

Toplumumuzun acıma temelli yaklaşmasından mı yoksa soyut düşünememesinden mi kaynaklı ne, çocukken acınan, çokça merak edilen yaşamlara sahip, ayrımcılığı ve sosyal dışlanmayı hayatlarının her anında iliklerine kadar hisseden bir grup.

Dahası gençken de korkulan ve unutulan bir grup.

Halbuki, uluslararası istatistiklere göre kurumlardan ayrılan gençlerin yüzde 15’i fuhuşa sürükleniyor, yüzde 20’si suça sürükleniyor, yüzde 10’u da canına kıyıyor.

Ve bu umutsuz istatistiklere rağmen, umut da yeşermiyor değil hani!

Hayat Sende Gençlik Akademisi var mesela devlet korumasında yetişen çocuk ve gençler için çalışan, benim de yöneticisi olduğum bir gençlik STK’sı.

Bu sitenin mimarı Ahmet Kurnaz’ın da yönetiminde olduğu, farkındalığını, aktif vatandaşlığını, girişimciliğini geliştirdiği, dünyayı tanıdığı, değişimin parçası olmaya ant içtiği bir yer, bir sosyal girişim fidanlığı.

Evet, gençlik çalışmalarında sorun var. Gençlikle ilgili kamu politikalarında sorun var. Ve gençlik dediğimizde aklımıza o kadar çok sorun alanı geliyor ki, saymakla bitmez.

Ama elbette sorun varsa, umut var. Umutsa herkesten fazla gençlikte var.

Tıpkı gençliğin sesini daha fazla duyurmak isteyen GençBlog gibi girişimlerde olduğu gibi.

GençBlog’un da Proje Panosu'nun da yolu açık, gücü bol olsun!

Abdullah OSKAY

Not: http://www.projepanosu.com/yazar/abdullah-oskay/genclik-calismalari:-ama-nasil/14.html sayfasından alınmıştır.

16 Ekim 2014 Perşembe

Koruyucu Ailedeki Çocuklar İçin Dinlerarası Bir Çaba*


Devlet bir çocuğun dinini zorla değiştirebilir mi? Koruma altına alınan çocukların dinleriyle ilgili fikrimi belirttiğim bir yazım, New Jersey’de önemli bir kanunun çıkmasına neden oldu.
Konuyla ilgili yazdığım köşe yazısı, oğullarının kendilerinden alınıp Hristiyan bir aileye verilip,  zorla dininin değiştirildiği ve adının Abdulrahman iken Joshua olduğu, Müslüman bir anne-babayla yaptığım iç burkan bir röportajın neticesiydi. Öyle ki, aile daha ebeveyn haklarından feragat etmeden, din değiştirme süreci ailenin tüm acı itirazlarına rağmen sürdürülmüştü.
Devletin gözetiminde bir çocuğun bu şekilde din değiştirme sürecine tabii tutulması kasıtlı bir ihmaldir. Dahası, mevcut kanunlarımız bir çocuğa dinin sağlayacağı güven ve emniyeti, dolayısıyla da çocuğun özsaygısının gelişmesini ve değer duygusunu sağlayamıyor. Bu yönüyle devlet, koruma altındaki çocukların travma ve endişeye maruz kalmasına sebep olduğundan suça iştirak etmekte.

Biyolojik ailelere kendi çocuklarının inancını seçme ve bunu sürdürme hakkı tanınmalı.
Sorun, çocuk bakımı kanunlarının hem yanlış algılanması hem de yanlış uygulanması. Halbuki, New Jersey çocuk bakımı kanunlarında yapılacak bir değişiklikle, biyolojik ailelere kendi çocuklarının inancını seçme ve bunu sürdürme hakkı tanınmalı. Aksi takdirde, doğal olan bu hakkın kullanımı devlet aracılığıyla hükümsüz kılınmış olacaktır. Bizler artık çocukların, koruyucu ebeveynlerine sırf tabiatın gereği olduğu için fiziksel, ahlaki ve ruhsal olarak bağlılar diye kendi inançlarını seçme haklarının olduğunu kabul etmemeliyiz.
“Beni dikkate alarak dinleyenler için kendimi izah etmede hiçbir çaba harcamadım.”

Passaic County İslam Merkezi ruhani lideri Imam Mohammad Qatanani’nin iyi niyetli bu sözü, Passaic Vilayeti Meclis Üyesi Gary Schaer ile oldukça iyi ilişkilere sahip olmasını sağladı. Meclis Üyesi Schaer ile birçok uzun tartışmalarda bulunduk. Yapılan işbirliği ile hazırlanan tasarının neredeyse sonuna gelindi. Bu tasarı kabul edilirse bir çocuğun sahip olduğu inancın devamı sağlanmış olacak. Daha da önemlisi, hukuki bir emsal niteliği taşımış olacak. Tasarı, ebeveynin veya yasal vasinin yapacağı yazılı bir açıklamayla çocuğun mahkeme tarafından çok dinli bir ortamda yerleştirilmesini sağlayacak.
Eyalet başkanı Christie tasarıyı kanuna çevirmeden önce, bu tasarının New Jersey Meclisi tarafından onaylanması gerekiyor. Bu tasarı yakında benzer kanun tasarılarıyla birlikte NJ Senatosunda yer alacak. Senatör Tony Bucco resmi olarak gelecek yıl senatoda bu ve buna benzer tasarılara sponsor olacağını kabul ettiği için çok heyecanlıyız. Ayrıca diğer meclis üyeleri ve senatörler de bu tarz tasarılara sponsor olmak için hazır olduklarını belirttiler.

Bu tasarı, hiçbir dine taraf olmayan ve herhangi bir inanca sahip çocukları kapsayan bir tasarıdır.
Şunu da belirtmek de fayda var ki, önemli bir Yahudi ajansı olan Ohel Çocuk Evi ve Aile Hizmetleri A.Ş. de taşın altına elini koyup bu konuda yardımda bulunuyor. Ayrıca birkaç farklı etnik ve dini grup da bu konudaki çabalarımıza destek vermek için bizlere katıldı. Bu tasarı, hiçbir dine taraf olmayan ve herhangi bir inanca sahip çocukları kapsayan bir tasarıdır. Ayrıca, Amerikan İslam İşleri Konseyi Başkanı Cair NJ de bu girişimin baştan beri önemli bir destekçisidir.

Beklenen bu kanun maalesef geçmişe dönük olmayacak ve hikayesiyle beni derinden sarsan Abdulrahman’ın kaderini değiştirmeyecek. Fakat umuyorum ki, bu kanunla buna benzer durumlarla karşılaşacak olan diğer çocukların ve ailelerin acıları önlenecektir.
Tüm bu çabalar özellikle bu yaz tatili sürecinde benim için bir kayıp değil. Oy verdiğiniz her iki partiden politikacılar, vatandaşlarının yararı için mevcut yasaların değiştirilmesi konusunda gönülden desteklerini ortaya koydular. İşte bir Müslüman’a bir Yahudi’nin uzanan yardım elini ve bir Hristiyanın da elinden gelen tüm çabasıyla desteğini görüyorsunuz. Üstelik hepsi de bu küçük kardeşimiz için çabalayan Birleşik Devletler vatandaşı. Bu tarz durumlar Amerika’ya olan inancımın devamını sağlıyor.
*Dr. Aref Assaf, Amerikan İslami İlişkiler Konseyi Yönetim Kurulu Üyesi ve Amerikan Forumun Başkanıdır.
(Bu yazı, Hayat Sende Gönüllüsü Mesut Salkın tarafından aşağıdaki linkten çevrilmiştir. http://blog.nj.com/dr_aref_assaf/2011/12/an_interfaith_effort_to_protect_foster_care_children.html )


Rusya: Engelli Çocuklar Şiddet ve İhmale Maruz Kalıyor


Yurt Sistemini Terk Et, Aile Bakımını Destekle
15 Eylül 2014

(Moskova) – Rusya’daki engelli çocukların yaklaşık yüzde otuzu, şiddet ve ihmale maruz kaldıkları devlet yurtlarında yaşamaktadır. Rusya, devlet gözetimindeki engelli çocukların suistimalinin önüne geçmeli ve bu çocukların, yurt yerine kendi aileleri ile ya da diğer aile ortamları içerisinde yaşamalarına destek sağlamayı ilk önceliği haline getirmelidir.

Doksan üç sayfalık, “Devlet Tarafından Terk: Rus Devlet Yurtlarında Engelli Çocukların Maruz Kaldığı Şiddet, İhmal ve Tecrit” adlı rapor; yurtlarda yaşayan pek çok çocuk ve gencin yurt personelinin suistimaline ve ihmaline uğradığını ve gelişimlerinin gerilediğini ortaya koymuştur. İnsan Hakları İzleme Örgütünün (İHİÖ)  görüşme yaptığı bazı çocuklar; yurt personellerinin kendilerini dövdüğünü, sakinleştirici ilaçlar verdiğini ve kontrol/ceza amaçlı günler, hatta haftalar boyunca Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanelerine yatırdıklarını söylemiş bulunmaktadır.
Avrupa ve Orta Asya İHİÖ araştırma görevlisi ve aynı zamanda bu raporun da yazarı olan Andrea Mazzarino, “Yurtlardaki engelli çocukların uğradığı şiddet ve ihmal; kalp kırıcı, içler acısı” demekte ve “Rus Hükümeti bu durumu önlemek için “sıfır tolerans” politikası geliştirmeli ve bu çocukların aileleri ile birlikte yaşayabilmesi hususundaki programlarını acilen kuvvetlendirmelidir.” diye eklemektedir.

Söz konusu bu rapor; çocuklar, aile üyeleri, avukatlar ve yurt personelleriyle yapılmış iki yüzün üzerinde görüşme ve Rusya’nın bir ucundan bir ucuna on devlet yurduna yapılmış ziyaretler ışığında hazırlanmıştır. Yurtlardaki engelli çocukların çoğunun kendi aileleri vardır. Ancak İHİÖ görüşmeleri neticesinde anlaşılmıştır ki; yurt personelleri ailelerin çocukları ile görüşme konusundaki cesaretini, aileleri ile görüşen ya da başka yollarla irtibat kuran engelli çocukların fazla ilgiye alıştıkları ve şımartıldıkları iddiaları ile kırmaktadır.
Çocuklar ve Çocuk Hakları Aktivistleri, yurt çocuklarının yeterli sağlık hizmeti, beslenme, ilgi ve oyun fırsatlarından yoksun kaldığını ve çok az formal eğitime ulaşabildiklerini belirtmekte. Yurtlardaki personel sayısının yetersizliği kadar mevcut personelin yeterli destek ve hizmetiçi eğitimden yoksun olması da; çocuklara yönelik olumsuz yaklaşımlarındaki temel faktör. Çocuklar, yardıma ihtiyaç duyduklarında ya da bir suiistimali bildirmek istediklerinde yeterli yanıt alamamakta.

Rus devlet yurtlarında ya da koruyucu aile yanında yaşayan çocukların en az yüzde doksan beşi, yaşayan bir ebeveyne sahiptir. Rus Hükümeti, engelli çocuklar da dahil olmak üzere tüm çocukların yurtlara yerleştirilme oranındaki yüksek artışının önüne geçileceği hususunda kamusal bir söz vermiş bulunmaktadır. Fakat hükümet yetkilileri, yurtlardaki engelli çocukların özel durumlarına yeterince odaklanmış değildir.

İHİÖ’nün belgelediği üzere; yurt personellerinin ailelere çocuklarının engellilik durumunun düzelmeyeceği ve onlara kendi imkanları ile bakmalarının mümkün olmadığı yönündeki baskısı neticesinde, çocukların durumu giderek kötüleşmektedir. Rus toplumunun büyük geneline yeterli ve uygun eğitim, rehabilitasyon ve sağlık hizmetlerine erişim, finansal ve diğer devlet yardımı destekleri sağlanması hususlarında sıkıntılar bulunması da; ailelerin engelli çocuklarını yanlarında tutmak ya da yurda yerleştirmek konusundaki kararlarını etkilemektedir.

İHİÖ, yurtlarda en çok engelli çocukların personel tarafınca değersiz görüldüğünü ve sözde “dinlenme odalarında” karyolalara bez parçaları ile bağlanarak tecrite maruz bırakıldığını belgelemiştir. Bu çocukların çoğu, beslenme ve altlarının temizlenmesi dışında ilgiden yoksun kalmaktadır. Bu durumdaki çocukların;  bağlı bulundukları yataklardan ayrılma, diğer çocuklarla iletişim kurma ve dışarı çıkma şansı yok denecek kadar azdır. “Bu dinlenme odası uygulaması ve benzer diğer uygulamalar tecrittir ve sonlandırılmalıdır” demektedir İHİÖ görevlisi.

Mazzarino, dinlenme odalarında bağlanarak tecrit altında tutulan engelli çocukların; fiziksel, duygusal ve entelektüel açıdan çarpıcı bir gerileme gösterdiğini ve bu çocuklar, doğuştan hakları olan uygun gıda sağlık hizmeti ve eğitime kavuşmadığı müddetçe; bu trajik sonun kaçınılmaz olduğunu da sözlerine eklemektedir.

İHİÖ, çocukların potansiyellerinin geliştirilmesi konusunda istek ve çaba gösteren yurt personelleri ile de görüşmeler yapmıştır. Ancak yurt personelleri, yeterli desteğe, şiddet içermeyen disiplin yöntemleri ve çeşitli engellilik tür ve derecelerindeki çocukların ihtiyaç duyduğu gıda ve fiziksel ihtiyaçlar konusunda yeterli eğitime sahip olmadıkları için; çocuklara karşı sıklıkla kabul edilemez biçimde davranmaktadır.

Uluslararası yasalar çerçevesinde Rusya, engelli çocukları her türlü şiddet ve tecritten korumak ve ailelerinden zorla koparılarak yurt ortamlarına getirilmemiş olmalarını sağlamak zorundadır. Yüksek oranda yurda yerleştirilme sorununu ele almak da, Rusya’nın atması gereken adımlar arasındadır ve 2012-2017 yılları arasını kapsayan Ulusal Hareket Stratejisi’nin Çocuk Hakları hususundaki açılımıdır. Ne var ki; bu ve benzeri diğer politikalar, İHİÖ bulgularına göre, engelli çocukların özel ihtiyaçlarına odaklanmamaktadır ve uygulama/izleme amaçlı somut planlara sahip değildir.

Görünen o ki; Rus Hükümeti çocukların yurda yerleştirilme oranının azaltılması konusundaki ihtiyacı kavramıştır ve bu doğrultudaki amacına ulaşabilmek için net/erişilebilir planlara gereksinim duymaktadır. Hükümet; çocukların biyolojik aileleri ile, bu durum mümkün değilse korucu aileler ile ve uygun programlar dahilinde yaşayabilmelerini sağlamak üzere destek vermelidir.
Rusya, engelli çocukların koruyucu ya da evlat edinen ailelerin yanına yerleştirilmesi hususunda federal bir sisteme sahip değil. Ayrıca; bu ailelerdeki ebeveynler, yeterli destek eğitim ve diğer hizmetlere ulaşma imkanlarının sınırlılığı gibi sebeplerle, bulundukları çevrede engelli bir çocuk yetiştirmek konusunda engellerle karşılaştıklarını bildirmektedirler. Devlet yetkililerinin olumsuz yaklaşımlarıyla karşılaştıklarını da eklemektedirler.

İHİÖ, “Rus hükümeti zaman kısıtlı bir plan hazırlamalı ve engelli çocukların yurtlara yerleştirilmelerini sonlandırmalıdır.” demektedir. “Çocukların devlet gözetiminde bakılmaları sadece kısa dönemler için ve sınırlı özel koşullar dahilinde olmalı ve bu süreçte de Uluslararası İnsan Hakları ile uyumlu bir şekilde en iyi hizmetleri almaları sağlanmalıdır. Hükümet ayrıca, ailelere engelli çocuklarını kendi evlerinde büyütebilmeleri hususunda sosyal destek ve hizmet sağlamalıdır.”

Uluslararası ve yerel bağışçılar; engelli çocukların yurt ortamından aile temelli bakım koşullarına aktarılması için yapılacak çalışmalar kadar, bu çocukların, eğitim sağlık vb. gibi hizmetlere kavuşturularak topluma kazandırılmasını da sağlamak üzere, fonlar tahsis etmelidir.

Mazzarino, “Rus Hükümeti ve bağışçılar harekete geçmedikçe; on binlerce Rus çocuk hayatını dört duvar arasında, ailelerinden toplumdan akranlarından izole bir şekilde ve öbür çocuklara sağlanmış bir dizi imkanı kaçırarak yaşamak zorunda kalacaktır.” demektedir.  “Hükümet; bu çocukları yurtlara terk etmektense aileleri ile birlikte yaşamalarını sağlamak konusunda, çok daha fazla şey yapabilme kapasitesine sahiptir.”



(Bu makale, Hayat Sende Gönüllüsü Burçin Aslan tarafından çevrilmiştir. Makalenin orijinaline  aşağıdaki linkten ulaşılabilir. http://www.hrw.org/news/2014/09/15/russia-children-disabilities-face-violence-neglect )

7 Ekim 2014 Salı

Yuvalarda Gönüllülük. Ama Nasıl?




Gönüllülük deyince birçok insanın aklına hemen çocuk yuvaları gelir. Peki gerek gönüllülerimiz gerekse kurumlarımızın idarecileri bu süreci doğru yönetebiliyor mu? Birçok hassasiyeti içinde barındırması gereken yuvalarda gönüllülük kavramını tam olarak ele alabiliyor ve çocuk refahına katkı sağlar bir hale getirebiliyor muyuz? Veya gönüllü olacağız diyerek yapılan hatalar neler?

Öncelikle gönüllü, bir kurumun toplumla kurduğu diyalogtur. Yanı sıra, kurumun iş süreçlerini ve otokontrol mekanizmalarının gelişmesini sağlamaktadır. Bu yönüyle idarecilere kendi günlük rutinlerinde göremediği konularda yardımcı olmaktadır. Gönüllüsü olmayan bir kuruluş krizler dolayısıyla patlamaya hazır bir bomba gibidir. Bu yönüyle, kurumların gönüllü katkısını artırması ve bir strateji dahilinde gönüllü yönetimini ele alması önemlidir. Ülkemizde ise, gönüllüğe ilişkin bir kanunun çıkması önemlidir.

Devletin ve yöneticilerin bu alanda yapması gerekenlerden daha önemlisi ise, gönüllülerin kendi katkıları konusundaki öz sorgulamalarıdır. Çabuk sıkılan, çabuk yorulan ülkemiz gönüllü profili çocuklara faydadan çok zarar getirmektedir. Üzülerek söylemeliyiz ki, gönüllüler birçok noktada kurumlarda kalan çocuk ve gençlerin sorunlarını artırmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Nasıl mı?

  • Çocuklara tutamayacakları sözler vererek,
  • İdarecilerle gereksiz polemiğe gererek,
  • Çocukların günlük rutinini değiştirmeye ve kendileri için esnetmeye çalışarak,
  • Kendi hayatları için gereksiz gördüğü malzemeleri yuva ve yurtlara bağışlamaya çalışarak,
  • Kuruluşa gelirken yanlarında getirdiği yiyecekleri kendi elleriyle dağıtmaya çalışarak,
  • Çocuklarla ilişkilerinin sınırını bilemeyip özel hayatlarıyla ilgili bilgi edinmeye çalışarak,
  • Hernekadar gönüllü olarak geldiğini belirtse de, çocuklara dokunmaktan çekinerek, acıyarak bakmak,
  • Çocuklara yaptıkları yardımları basında ziyadesiyle yansıtmaya çalışmak,
  • Sosyal Hizmet Kuruluşlarını Ziyaret Yönergesi kapsamında ses ve görüntü kaydı almak yasak olmasına rağmen bunları almak, bunu sosyal medyada veya diğer mecralarda paylaşmak, (bu husus töre nedeniyle kurumlarda bulunan çocukların bilgilerinin istenmeyen kişilerin eline geçmesine neden olabileceği için özel önem arz etmektedir.)
  • Ve bunlardan da önemlisi, hak temelli çalışmak yerine vicdan temelli çalışmalar yaparak, kendi kişisel tatminlerini önceleyecek çalışmalar yapmak.
Bu ve benzeri sorunlar kurumlarda yetişen çocukların birçok yönden örselenmesine neden olmaktadır. Kuruluşlarda kalan çocuklarda görülen bağlanma bozukluklarının en önemli nedenlerinden birisi, bakımverenlerin ve gönüllülerin sürekli değişmesi, verdikleri sözleri tutmadıklarından dolayı çocukların yetişkinlere olan güveninin kaybolmasıdır. Ayrıca, çocukların psikolojisini bilmeden travma yaratacak şekilde davranışlar gözlemlenebilmektedir.

Hayat Sende olarak bizler hak temelli çalışmaları önceleriz. Yuvalarda ve yurtlarda yapılan gönüllülük çalışmalarının hak temelli olduğu noktada önem arz ettiğini düşünmekteyiz. Kısaca açıklamak gerekirse, “çocuk korunmaya muhtaç değildir, bu hakkıdır.” deriz. Veya çocukların Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesine göre, “Her çocuk bir aile yanında hayata hazırlanmalıdır.” ilkesi uyarınca aile yanında hayata hazırlanması gerektiğini savunuruz. Bu noktada, koruyucu ailelik üzerine eğitimler alıp, sokaklarda topluma koruyucu aileliği anlatmak, bizce en hayırlı gönüllülük biçimlerinden birisidir.

Elbette diğer gönüllülükler de önemlidir. 0-12 yaş grubunda kalan çocuklara düzenli ve sistemli bir şekilde derslerine yardımcı olmak önemli bir gönüllülük olacaktır. Veya bakımveren anneler çalıştıkları vardiyalarda ortalama 20 çocuğa bakmaktadır. Bu durumda da, bakımverenlerin iş yükü katlanılamaz boyutlara gelebilmekte ve kurumlarda zaman zaman istenmeyen şiddet olaylarının patlamasına neden olabilmektedir. Gönüllüler bu noktada bakımverenlere çocukların beslenmesi, banyo yaptırılması, altlarının değiştirilmesi gibi konularda destek olabilmelidir.

Bu noktada vurgulanması gereken diğer bir konu da, gönüllülük çalışmaları yapılırken, devlet korumasındaki gençlerin ihmal edilmesidir. Bu noktada, kanıta dayalı yapmış olduğumuz çalışmalarda gördük ki, gönüllülük çalışmalarının hemen tümü 0-12 yaş grubuna yönelik olarak yapılmaktadır. Toplumun devlet korumasındaki çocuklara ilişkin yaklaşımı 12 yaşına kadar acıma, 12 yaşından sonra ise korkudur. Devlet korumasındaki gençler ise, duygusal dünyalarının en hızlı geliştiği dönem olan 12 yaş ve sonrasında, en çok ihtiyaç duydukları zamanda yalnız kalmaktadır. Gençlik çalışmalarınınn da yoğun bir şekilde içinde olan Hayat Sende olarak her zaman, kendine özgü ihtiyaçları olan gençlik gruplarının da bulunduğunu, bu grupların Hayat Sende’nin yaptığı gibi spesifik şekilde çalışılmasını vurguluyoruz. Gençlere yönelik çalışmalarda ise, etkili psikososyal rehberlik ve mentorluk desteği verebilecek gönüllülere ihtiyaç bulunmaktadır.

Son olarak, devlet korumasındaki çocuk ve gençlere yönelik gönüllülük yaparken, çocuk alıp vermek, kimsesiz çocuk, evlatlık gibi çocukları değersizleştirici söylemlerden kaçınılması çocukların kendilerini değersiz hissetmelerinin önlenmesi gerekmektedir.

Devlet korumasında kalan çocuk ve gençlere ilişkin gönüllülük yaparken, yolunuzun açık, gücünüzün bol, sosyal faydanızın çok olması dileğiyle.

Abdullah OSKAY
abdullah.oskay@hayatsende.org


Hayat Sende Gençlik Akademisi Derneği Yönetim Kurulu Üyesi

Koruyucu Aile Evlat Edinme Derneği Yönetim Kurulu Başkanı
Alıntı: https://docs.google.com/document/d/1vNc4OotrHaSgST-8LpWx95mrsWNFo2wUrBlGrSiuFuY/edit

Yuvadaki Çocukların Sorunlarını Anlamak İçin En İyi 5 Video

  • Dünya’da kurum bakımı altındaki çocuklarla ilgili en vizyoner çalışmalar Harry Potter’ın yazarı J.K. Rowling’in kurucusu olduğu Lumos Vakfı tarafından yapılmaktadır. Biz Lumos’uz videosu ufuk açıcı.
  •   Çocuk İstismarı alanındaki dünyadaki en yetkin isimlerden olan Georgette Mulheir’in Ted Talks’taki “Yetimhanelerin Trajedisi” videosu
  •  İngiliz oyunyazarı Lemn Sissay tarafından yapılan ve gerek kurum bakımının gerekse koruyucu aile sisteminin tüm olumsuzluklarının ele alındığı, sosyal dışlanma konusunun da işlendiği harika bir video. Devletin Çocuğu
  •  Kuzey Kore’den Amerika’ya mülteci olarak geçen ve 17 yaşında koruyucu aile yanına yerleştirilen bir gencin muhteşem hayata tutunuş öyküsü. “Kaybettiğim Ailem ve Kazandığım Ailem”
  •  Ülkemizde ses getirici çalışmalar yapan Hayat Sende Derneği’nin Fark Yaratan Videosu
Not: Videolar ile ilgili bir sorun yaşarsanız, bize e-mail(hayatsendegenclik@gmail.com) atabilirsiniz.

23 Eylül 2014 Salı

Seyahat Kitabı Bu Yetimhaneye Dört Yıldız Veriyor

Gelişmekte olan ülkelerdeki bağışçı odaklı yetimhane turizmi, çocuk koruma alanındaki uluslararası standartların sınırlarını aşmakta.

12 Ağustos’ta yayımlanan “Buzdan yapılmış bir Roket” adlı anı kitabında yazar Gail Gudradt, kırsal Kamboçya’daki Wat Opot Çocukların Topluluğu adlı bir yetimhaneye seyahatlerinin dökümünü sunmakta. Arka kapağında yazarın Kamboçyalı çocuklara sarılmış bir fotoğrafının bulunduğu kitap üzerine çıkan ilk değerlendirmeler, “sevgi, şefkat ve merhamet üzerine evrensel bir ders sunuyor” olarak nitelendirdikleri bu kitabı övgü ile karşıladılar.

Gudradt’ın anlatısı, Batılı gönüllülük etrafında inşa edilmiş yetimhane endüstrisinin çetrefilli karmakarışıklılığın çok iyi bir örneği. Son yıllarda, dünya genelinde yetimleri kurtarmaya istekli bağışçılar ve gönüllüler, yetimhane-odaklı turizmin yaygınlaşması sonucuna yol açtı. Örneğin UNICEF’e göre, sadece Kamboçya’da 2005’ten 2011 yılına yetimhanelerdeki çocukların sayısı %75 arttı.  UNICEF’e göre, “yetim” olarak adlandırılan bu çocukların aslında en az bir ebeveyni hayatta ve dolayısı ile bu çocuklar yetim değiller.

Wat Opot’un hikayesi, yetimhaneler, (ya da bazen adlandırıldıkları üzere, çocuk veya toplum merkezleri) etrafındaki açmazları örneklemekte. Wat Opot’ta gönüllü olarak çalışmak isteyen adayların, “çocuklarla çalışma, oynama ve onlara öğretmeye yönelik bir istek” göstermeleri ve an az bir aylık bir taahhütte bulunmaları gerekmekte. Herhangi bir beceriye sahip olma zorunluluğu bulunmayanlar gönüllülerin, yiyecek ve konaklama masrafları için aylık 250 dolarlık bir ücret ödemeleri gerekmekte. Gönüllüleri ve bağışçıları çekmek adına, Wat Opot’un web sitesine, önceki gönüllülerin orada geçirilmiş derinden tatmin edici zamanlarının tanıklıkları ve sevinçle parlayan Batılılara sarılmış koyu-tenli çocukların fotoğrafları serpiştirilmiş.

Gudradt’ın kitabı da bu anlatıyı pekiştirmekte. Yazar,  “yalnızlıkları ve dokunuşa olan ihtiyaçları ile bir araya gelen”  ve buradaki çocuklara sürekli sarılan, onları sürekli öpen gönüllülerin bulunduğu,  Wat Opot’u “ruhlar için bir atölye çalışması” olarak nitelendirmekte.






En çok ihmal edilmiş olanları kurtarmak, evsizleri barındırmak adına inşa edilmiş olan ve küresel bağışçıların iyi niyetleri ile finanse edilen bu sistemin etiğini sorgulamak yanlış görünebilir. Ancak bu sistemin, geçmişleri araştırılmamış ya da çocuk bakımı alanında hiçbir deneyimi olmayan kişilerin çocuklara kolay erişimini sağlıyor olması, çocuk koruma alanında kabul gören uluslar arası standartlara aykırı. Örneğin, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi ve Birleşmiş Milletler’in Çocukların Alternatif Bakımı üzerine Kılavuzu, kurum bakımının, çocukların, akrabaları ya da koruyucu aileler yanına yerleştirilmesine yönelik tüm çabalar sonuçsuz kaldığı durumlarda başvurulacak son çare olduğunu şart koşmakta. Bir başka deyişle, Wat Opot gibi kurumsal mekanlar çocukların daimi olarak yaşadıkları yerler olmamalı.

Derinden hatalı olan yetimhane turizminin altında yatan ahlaki mekanizma. Bağışçılar ve gerek sadece birkaç saat uğrayan gönüllüler gerekse aylar ya da daha uzun süre boyunca gönüllülük yapanlar, eylemlerini, kendi hayatları ve turistik ya da gönüllü noktalarında yaşayan çocukların hayatları arasında gördükleri büyük uçurumu dengelemek öncülüne dayandırmakta. Sonuç itibarı ile öğrencileri, emeklileri ve kilise gruplarını içeren bu iyi niyetli fakat başarısız toplumsal reformcular, kendi eylemlerini bir çeşit mutlakiyet olarak hayal etmekte.

Anında, Acele Kurtarıcılık

Oysa, yetimhane turizmi özünde küresel eşitsizlik sebebi ile hayatta. Yetimhane turizminin bu alanda eğitimsiz Batılı gönüllüleri ile yetimhanelerdeki çocuklar arasında barındırdığı eşitsiz iktidar dinamiği, bu küresel eşitsizliği ortadan kaldırmaktan ziyade dikte etmekte. Kamboçya’daki HIV-virüsü taşıyıcısı çocuklar örneğindeki, bir yardım biçimi olarak herhangi bir beceriye dayanmayan gönüllülüğe yapılan vurgu,  daha büyük bir küresel gerçekliği gizlemekte: Pek çok Kamboçyalı, virüslere karşı kullanılan ilaçları satın alma gücüne sahip değil. Bunun nedeni de Batılı ilaç firmalarınca tutulan patentlerin, ülkede ilaç üretimini imkansız kılması ve dolayısı ile fahiş fiyatların ortaya çıkması.

Batılı bağışçılar, tek bir bağışçının eylemi ve sevgisi ile kurtarılabilecek olan, acı çeken, kimsesiz çocuk hikayesine rağbet etmekte. Anında, acele kurtarıcılık vaadi, yani sevgisizlik içinde var olan çocukları tek başına kurtarma fikri, ailelerin çocuklarına bakmalarına yardımcı olmak gibi daha az dramatik bir fikir ile ikame edildiği zaman bağışlar aynı derecede yapılmamakta. Gudrat’ın örneğinde olduğu gibi, kurtarma fikri, aynı zamanda Batılı’nın daha sevgi dolu bir kişiye dönüşümüne yardımcı olmakta. Görülemeyen, ulaşılamayan, fotoğrafları çekilemeyen ya da kucaklanamayan ya da bağışçının yardımseverliğinin göstergesi olarak sunulamayan çocuklar; görünür, acı çeken bir yetimin tetiklediği empati duygularını aynı şekilde uyandırmamakta.

Benzer bir şekilde, Save the Children gibi hayırsever kuruluşlara yapılan bağışlar, okul malzemeleri ve çocuklara giysi sağlasa da bağışçının yatırımının getirisi daha az somut. Yetimhane turizmi, Batılı bağışçılığın deneyimini, bağışçı-merkezli yaparak- gönüllüler ayrılana ya da tatillerine dönene kadar yetimhanelerde sevilecek ve oynanacak çocukları bulundurarak-bu boşluğu doldurmakta.

“Başka yerlerdeki çocukların onurunu geri vermek, dünyanın yoksullarının görünür acılarına ve duygusal nesneleştirmelerine dayandırılmayan, küresel eşitliğe rasyonel bir bağlılığı gerektirmekte.”

Bu arka planın üzerine, birkaç kuruluş, bu bağışçı-merkezli normlara karşı pozisyon almakta ve de çocukları ve ebeveynleri birleştirmeyi ya da çocukları koruyucu aileler yanına yerleştirmeyi öngören çocuk-odaklı çözümleri teşvik etmek için çalışmakta. Örneğin, konu ile ilgili yakın dönemli bir raporda, dünya çapında yetimhanelerde çalışan Hıristiyan gruplar için bir kaynak merkezi olan Faith Initiative Action, aile temelli bakımı vurgulamakta ve çocukların daimi kaldıkları mekanlar olarak yetimhanelerin sonlandırılması için çağrıda bulunmakta.

“Biyolojik, koruyucu, ya da evlat edinmiş ailelerde yetişen çocukların, kurum bakımında kalan çocuklara göre daha iyi fiziksel, entelektüel ve gelişimsel sonuçlar gösterdiği,” raporda belirtilmekte. Çalışma, bakıcıya oranla çocuk sayısının düşük olduğu yetimhanelerde bile gelişimsel gecikmelerin ve bağlanma sorunlarının önlenemediğini göstermekte.

Çocuk refahını vurgulayan yetimhaneler de yine de soruna katkıda bulunmakta. Nepal’de eski bir yetimhane gönüllüsü tarafından kurulmuş olan sivil toplum kuruluşu Next Generation Nepal, “iyi” yetimhanelerin bile çocukların ailelerinden uzaklaşması neticesini getirdiğini belirtmekte. Örneğin, çocukları yetimhanelere getiren çocuk tacirlerinin çoğu kez yalan söyleyip çocukların kimsesiz olduğunu iddia ettikleri ve iddiaları araştırma olanağı olmadığı için çoğu kez yetimhanelerin çocukları kabul ettiği belirtilmekte.

Tüm bu ahlaki ve operasyonel kusurlarına rağmen ve Gudradt’ınki gibi durumu çarpıtan anlatılar sayesinde, yetimhane turizmi, küresel gönüllülük turizmininin en popüler biçimi olmaya devam etmekte.  Yetimlik ya da çocuk yoksulluğu sadece Kamboçya, Nepal ve Uganda’da mevcut bir olgu olmasa da becerilere dayanmayan bakıma ve daha düşük mahremiyet standartlarına layık görülen bu daha yoksul ülkelerin çocuklarına daha farklı bir onur standardı uygulanmakta.

Amerika Birleşik Devletleri ve diğer Batılı ülkeler de azımsanmayacak sayıda yetime sahip. Ancak bu ülkelerde koruyucu aile kuruluşları aynı şekilde çocukların yüzlerini ya da hikayelerini teşhir etmemekte. Ne de bu çocuklar, kendi yalnızlıklarını ve dokunuş ihtiyaçlarını gidermek isteyen gönüllüler için hazır bulundurulmakta.

Başka yerlerdeki çocukların onurunu iade etmek, dünyanın yoksullarının görünür acılarına ve duygusal nesneleştirilmelerine dayanmayan, küresel eşitliğe rasyonel ve anlamlı bir taahhütte bulunmayı gerektirmekte.


(Bu yazı, Hayat Sende Gönüllüsü Yrd. Doç. Dr. Berna YAZICI tarafından aşağıdaki linkten çevrilmiştir. http://america.aljazeera.com/opinions/2014/8/cambodia-orphanagetourismwatopotwesternvolunteerism.html )

21 Eylül 2014 Pazar

Japonya’nın Yurda Konulmuş Çocukları

Danielle Demetriou, Tokyo
6 Eylül 2014 

Masami Noguchi tipik Japon bir kız öğrenciyi andırıyor. Mutlu müzik listeleri, origami ve badminton onun hobilerini oluştururken, körili pirinç ise favori yiyecekleri arasında yer alıyor.

Ancak, 17 yaşındaki akranlarından bir açıdan sıyrılıyor; o, yıllarını yurtta yaşayarak geçirmiş binlerce çocuktan biri.

Masami, 3 yaşındayken yurda koyuluyor, tacizci dedesi annesini bıçakladıktan sonra, devlet kurumlarının zorlu sınırları içinde yaşanan dokuz yıl başlıyor.

“Çok katı kuralları vardı.” diyor. “Asla okuldan bir arkadaşımı oraya götüremezdim. Param varken ve dışarıdan bir şeyler almak isterken, dışarıya serbestçe çıkamazdım.”

“Personel çok katıydı. Her zaman daha büyük çocuklara itaat etmek zorundaydım. İçlerinde benim de olduğum daha küçük çocuklar sindirilmişti. Eğer çocuklar kuralları çiğnerse, personel tarafından dövülüyorlardı. Yemek için güçlü bir rekabet vardı ve daha küçük olanlar genelde kaybediyorlardı.”




Bugün, Masami açıkça kendisini en şanslılardan biri sayıyor. Dört buçuk yıl önce bakımevinden alınıp, koruyucu ailenin yanına yerleştirilerek, yaklaşık on yıl içinde hayatında ilk kez normal ve güvenli bir aile hayatının zevkini tadıyor.

“Şimdi kendi odama sahibim. Hiç kimse artık bana zorbalık edemez.” diyor.

“Yurtta hiçbir zaman gelecek dakikada ne olacağını bilemezdim bu yüzden hiçbir zaman güvende hissetmedim. Burası huzurlu ve güvenli.”

“Yürek Parçalayıcı”
Masami, bir azınlık olduğunun oldukça farkında. İnsan Hakları İzleme Örgütü yılbaşlarında yayınladığı raporda, Japonya’daki koruma altındaki 39.000 çocuktan yaklaşık %90’ının bir aile yanından çok devlet yönetimindeki kurumlarda kaldıklarını açıkladı.

Rapor, bu oranın sanayileşmiş ülkeler arasında en yüksek olduğuna,  hala çocuklarının yalnızca yüzde 10’u gibi az bir kısmının koruma veya evlat edinme ile bir aile ortamına taşındığına dikkat çekiyor.

Sonuç olarak, on binlerce Japon çocuk yeterli personeli olmayan kurumlarda, çoğu zaman sıkıntılı şartlarda, kötü davranılan, şiddet görülen ve neticede toplumsal damgalamaya maruz kalınan bir ortamda yaşıyor.

“Japonya’da, kimsesizlerinyurttakalması gerektiği düşüncesi bilinçsiz bir algı gibi görülüyor.”
Mika Hobbs, Koruyucu Anne

Geçen yıl, Birleşmiş Milletler'in Alternatif Bakım Yönergeleri, çocukların üçerli bakım altında aile merkezli ortamlara yerleştirilmesi için çağrıda bulunmasına rağmen, yurtta yaşayan binlerce bebeğin ve üç binden fazla çocuğun olması endişelenmek için önemli bir nedeni oluşturuyor.

Japonya’nın “yürek parçalayıcı” durumunu tanımlayan, İnsan Hakları İzleme Örgütü Japon direktörü Kanae Doi; hükümetin, çocuk hakları üzerinde ağırlıklı olarak kurumlara bağlı bir koruma politikasını öncelik edinmiş olduğunu ifade ediyor.

“Bu durum, bürokratik önceliklerin çocukların haklarına baskın çıkmasından dolayıdır.” diyor.

“Mevcut çocuk bakım kurumlarındaki bürokratların ve çalışanların yerleşik mali çıkarları, orada kalan çocukların sayısına bağlı olarak alınan hükümet sübvansiyonları olduğundan, anlamlı bir reform yapmak oldukça zor.”

“Bu gerçeğe dayanarak, Japonya’nın çocuk rehberi merkezleri genellikle, biyolojik ebeveynlerin, çocukların yurtlardan çok koruyucu aile yanında yaşaması yönündeki tercihlerini erteliyor, ya da zaman alıcı ve genellikle hassas evlat edinme ve koruyucu aile düzenlemelerini önlemeye çalışıyorlar.

“Düşler Olmadan”

“Bir aile yanında yaşamaktan çok bir yurtta yaşamanın potansiyel etkisi; zayıf bedensel sağlık, gelişimsel gecikmeler ve uzun süreli psikolojik hasar etkileri olmak üzere detaylı bir şekilde kanıtlanmıştır/belgelenmiştir.”

Nottingham Üniversitesi'nde Adli Psikoloji ve Çocuk Sağlığı Profesörü Kevin Browne, İnsan Hakları İzleme Raporu “Düşler Olmadan” başlığında; “görünüşte kaliteli olsa bile” kurumsal bakımın, çocukların ilişki kurma yetenekleri üzerinde hayatları boyunca zararlı etkiler yaratabileceğini ifade ediyor.




Ayrıca raporda,  şimdi 19 yaşında olan, yurtta vahşice zorbalık edilen genç bir öğrenci olarak hatırlanan Toshiyuki Abe’ye atıf yapılıyor.

“Bir beyzbol sopasıyla yüzüme vurularak dövüldüm. Daha büyük çocuklar, eğer kötü bir gün geçiriyorlarsa, sadece bana vururlardı.” diye hatırlattı.

119 sayfalık rapor Japon bakım sistemi üzerinde, tüm çocuk bakım kurumların kapatılması ve bakımevinden çok, evlat edinme ya da koruyucu aileliğe öncelik verilmesini içeren önemli bir reform çağrısında bulunuyor.

Buna karşılık, Japonya’nın Sağlık, Çalışma ve Refah Bakanlığı, ebeveynlerinden alınan çocukların aile temelli bakım oranını arttırmak için aktif adımlar atıldığını ifade ediyor.
Bakanlık sözcüsü; “Mevcut durumda, çocukların %90’nı sosyal yardımlaşma tesislerinde kalırken, %10’nu ise koruyucu ebeveynlerin yanında, aile evinde kalıyorlar.” diye ifade ediyor.

“Bizim amacımız, önümüzdeki birkaç on yıl içinde, -küçük ölçekte hepsinin sırasıyla-yaklaşık üçte birinin koruyucu ebeveynlerin yanında aile evlerinde, grup evlerinde ve sosyal yardımlaşma tesislerinde kalması ve böylece onların dağılımını dengelemek.”
O zamana kadar Masami, -Batı Tokyo, Machida’da bir aile ile yaşayan üç evlatlık çocuktan biriydi- Japonya’da bir azınlık olmaya mahkûm gibi görünüyordu.

“Japonya’da, kimsesizlerin yurtta kalması gerektiği düşüncesi bilinçsiz bir algı gibi görülüyor.”diyor Mika Hobbs,48, Masami’nin koruyucu Annesi.

“Kan bağının güçlü bir duygusu var ve başka birinin çocuğunu almak Japon Halkına doğal bir şey gibi görünmüyor.”

Bir aile ortamında bulunmanın yararlarını vurgulayarak ekliyor; “-yurtların dışında- Onlar tam bir birey olabilirler.”

“Okuldaki aktivitelerle, sporla, yerel aktivitelerle meşguller. Gözümüzün önünde büyüdüklerini görebiliriz. Ancak onlar hala yurtta kalmış oldukları için damgalanmış hissediyorlar.”

(Bu yazı, Hayat Sende Gönüllüsü Ezgi Çetin tarafından çevrilmiştir. Yazının aslına http://www.bbc.com/news/world-asia-28636008 bağlantısından ulaşılabilir.)

Hayat Sende Derneği'nin sesinin daha yüksek çıkması elinizde. Gönüllü çevirilere katkı sağlamak için hayatsendegenclik@gmail.com adresine e-posta atabilirsiniz.