15 Temmuz 2014 Salı

K. AİLE
Bir Cumartesi günü Neşe hocam telefon açtı. Her zamanki nazik ve sıcak konuşmasıyla 9 yıldır devam eden koruyucu aileliğimizdeki sıkıntılarımızı, mücadelemizi, karşılaştığımız zorlukları yani yaşadıklarımızı birkaç sayfa halinde yazmamızı istedi. Niye ki diye düşündüm. Hadi biz girdik bu işin içine de uğraşıyorduk, bir çocuğun kurtuluş savaşıyla, ona ve onun gibi kurumda gerçek anlamda mücadeleye tam destek veren bir avuç insana ne oluyordu? Çoğu meslek sahibi gibi görevlerini yapıp, maaşlarını alıp cephe gerisinde gün doldurabilirlerdi. Anladım ki bir çocuğun kurtuluş savaşını kazanması tek başına bir ailenin işi değildir. Bu başarı için kuvvetlerin bileşkesi gereklidir.
Bu kuvvetlerde; a) Aile b) Destek hizmetler (kurum, üniversiteler, devlet, medya) c) çevre (akrabalar, okul idaresi, arkadaşlar, komşular) d) varsa çocuğun biyolojik ailesi. Şayet bu kuvvetler arasında “anlaşmazlık, sen ben meselesi, vurdum duymazlık, ben üstteyim sen alttasın, sen bu işten ne anlarsın, havaya girme!, sen sadece koruyucu ailesin, biyolojik ailesi durumun düzelmesini bekliyor” ve bunun gibi çarpık fikirler ve anlayışlar varsa her zaman mücadelenin kaybına veya yarım kalmasına sebep olacaktır.
Kurumun sosyal hizmet uzmanları bürokratik işlemlerden uzaklaşıp tamamen koruyucu aile ve çocukla ilgilenmeli, üniversite-kurum arasında tabir yerindeyse kırmızı telefon hattı olmalıdır. Araştırma, istatistik, yardımlaşmada kurum kapılarını açmalı, kapıdan girenler de kurumun üstünde bir kurum varmış iması yaratmamalıdır.
Koruyucu ailelik başvurusu kabul edildikten sonra aileler en az 3 ay müddetle “Koruyucu ailelik nedir?, ne gibi sorunlarla karşılaşabilir veya karşılaşılacaktır, karşılaşınca ne yapmalıdır?” diye bir eğitimden geçirilmelidir. Bir ilk yardım kursu gibi aileye kurs verilmelidir. Diğer ailelerin geçmiş tecrübeleri aktarılmalı yaşadıkları en kötü deneyimler anlatılmalı, aileler hazır hale getirilmelidir.
Çocuğun biyolojik ailesi hakkında bilgiler verilmelidir. Belki bazı aileler bunları duyunca koruyucu aile olmaktan bile vazgeçecekler böylece çocuk, aile, kurum daha derin yaralar almamış olacaktır. Aynı şekilde kurum, çocuğun koruyucu aileye verilmesi kararını aldıktan sonra çocuğu da en az 3 ay süre ile eğitmeli, çocuğun davranışlarının ne olması gerektiğini, biyolojik ailesi ve kurum ile bağlarının ne şekilde devam edeceğini anlatıp çocuğu bilinçli bir şekilde aileye teslim etmelidir. Aksi takdirde çocuk hep bir B planına sahip olacak en ufak bir anlaşmazlıkta, uyumsuzlukta kuruma her istediği an dönebileceğini bilmenin verdiği rahatlıkla (buna bir de biyolojik ailesini eklersek) yanında yaşadığı koruyucu ailesini hiçe sayacak ve cebinde taşıdığı kırmızı kartı ya her an gösterecek ya da gösterme tehdidinde bulunacaktır. Karşılığında aile de, çocuğu kuruma iade edebileceği bir kırmızı kartı olduğunu belli etmekten çekinmeyecektir. Tabi bu arada bir kırmızı kartta kurumun masasında beklemektedir. Hocam şimdi size soruyorum, bir oyunda hakemin cebinde kırmızı kart var. Oyuncuların cebinde kırmızı kart var. Seyircinin cebinde kırmızı kart var. En büyük yanlışlık burada değil mi? Acilen herkesin kırmızı kartlarının ellerinden alınması gerekmez mi?
Biz dokuz yıl önce bir kız çocuğunun koruyucu ailesi olduk, aynı sandala bindik ve yavaş yavaş kürek çekerek açılmaya başladık. Kürek çekmek deyip küçümsemeyin. Bilirsiniz kürek çekilen yer iki kişiliktir (çekirdek aile) üçüncü kişi gelince yer daralır, kürek çekmek zorlaşır çünkü herkes küreği farklı çekmek ister. Hızlı, yavaş, sağa, sola bazen dalga çıkınca geri geri bile kürek çekilir. Kürek çekerken yanınızda oturanların üstünü ıslatırsınız, yaş içinde bırakıp hasta edebilirsiniz. Genellikle çocuklar birlikte kürek çekerken sizi ıslatırlar. Nezle, grip hatta daha ağır hastalıklara yakalanmanıza sebep olurlar. Hatta kürek çekerken kürekleri sizin kafanıza ya da sudakilere vurup canını yakabilirler. Diğer taraftan siz ailenizle sandalınızda keyif içinde yol alırken suyun içindeki insanlar ya da diğer sandaldakiler veya beklenmeyen büyük dalgalar sizi sallamaya, devirmeye çalışabilir. Bu arada sandalınız su alabilir.
Bakın, bu yolculuktaki rahatsızlığa sebep olan yalnızca sandaldaki çocuk değil, sebep sandalda bulunanların hepsi, su ve suyun içindeki her şeydir. Sandalı devirecek diye çocuğu suya atmak en kolay yol olacaktır. Neşe Hocamız, bunu en iyi şekilde dile getirmiştir.”Eğer biyolojik anne babası olsaydınız onu suya atar mıydınız?” Ben, bazen koruyucu aileliği toplama bir bilgisayara benzetiyorum. Ana kart başka yerden, disc başka yerden, hafıza kartı bambaşka bir yerden. Bu nedenle alınan görüntünün net olması zorlaşıyor diyorum. Eğer tümünün içine yerleştirildiği ana kasa kaliteli, darbelere dayanıklı, servis hizmeti ve yedek parçası bol ise sistem iyi çalışabilir. Dolayısı ile biraz uzun vadeli olsa da iyi kalitede görüntü ve netice alınabilir diye düşünüyorum.
Hocam; medyaya DUR demeliyiz. Medya, magazincilik için her şeyi tahrip ediyor. Kurumdaki dayak haberleri, kaçırılıp satılan kızlar görüntüsü, tacize uğramış çocuklar, sabah öğle akşam iğrenç çocuk-aile ilişkileri oturumları. En acıklısı bunları dinleyen, okuyan aynı kurumdan alınmış çocuğunuzun aynı gün, aynı şeyleri dinleyen akrabalarınızın, öğretmenlerinin, arkadaşlarının, komşularınızın önüne çıkması, sorgulanması ya da o gözle bakılması veya dışlandığını hissetmesi...
Ne korkunç değil mi? Hadi gel de sen dayan bu baskıya, ey bu yazıyı okuyan. Sen evden kaçma. Sen bir apartman boşluğuna gizlenme. Karakolda adını saklama. Sen toplumla birlikte yaşa okula git, iyi adam ol da görelim. Sen isyan etme tanrıya, seni terk eden ailene ve içinde intikam duyguları oluşmasın topluma, seni rencide eden senden farksız bazı arkadaşlarına.
Evet Hocam, ben hak veriyorum bu çocukların bu isyanına, sizler de hak veriyorsunuz. Anlıyoruz çabalarınızdan. Eşim, 9 yıl önce yedi yaşındayken onu eve getirdiğimiz gün “Sen benim karnımdan değil ama kalbimden doğdun.” dedi. O da her şeyi bildiği halde hala “annesinin kalbinden doğduğuna” inanıyor.
Biz ona kendi isteği ile yedi yaşında biberon aldık kucağımızda süt içirdik, emzik aldık, ayağımızda salladık. Çocuk arabası da alacaktık ama boyuna uygununu bulamadık. Bu duygusunu hala marketlerde alışveriş arabaları ile gideriyoruz. Kızım dokuz yılın sonunda şöyle diyor “Biz birbirimize pamuk ipliği ile bağlı gibi görünüyoruz. Ama bu iplik bir pamuk ipliği değil de sanki bir halat gibi. Onu koparmak kolay gibi görünüyor ama aslında çok zor. Koptuğu zaman başımıza neler geleceğini çok iyi anladık.” Koruyucu aile olarak, aynı arabada yolculuğa çıkmışsınız. Bu işin doğası gereği arabanızın sarı ve kırmızı ikaz lambaları devamlı yanıp duruyor. Gerek sürücü hatasından, gerek yolculardan dolayı. Bir yola bakıyorsunuz, bir ikaz ışıklarına. Bir yola bir ışığa. Hem arabayı kullanamıyorsunuz hem yola devam edemiyorsunuz. O halde öncelikle ikaz ışıklarını birer birer söndürmeli ki, yolculuk keyifli hala gelebilsin, sıkıntı vermesin, araba kimseyi tutmasın.
Nasıl mı söndüreceğiz ışıkları? Onu Neşe Hoca’ya soracaksınız. Problemleri çözerken ”biyolojik ailesi olsaydım nasıl çözerdim?” diye düşünmeden radikal adımlar atmamalıyız diye düşünüyorum. Güvenmek iki tarafın da en doğal hakkıdır. Ama biz bunu hep çocuktan bekleriz. Oysa onun bize güven duyması çok daha önemlidir. Bir “hayır” işi yapmış edasına asla girmemeliyiz. Birisini yoktan var etmiş ya da bataklıktan kurtarmış gibi düşünüp bunu karşınızdakini aşağılama sebebi olarak görmemeliyiz diyorum. Birbirine sürtünüp bilenen bıçakları düşünelim. Çocuğa kasten hatırlattığımız geçmişi onun her şeye, hepimize kin ve nefretini körükleyip bileyecektir. Biz asla onun geçmişini silmeye, yok saymaya kalkmadık, biyolojik ailesine kızmak dışında aşağılamadık. Sevgi de birbirine sürtünen bıçaklar gibi keskinleşir, çoğalır, bilenir. Hele de karşılık beklemeden verilirse. Ham elmastan pırlanta yaratmak hem ustanın hem taşın kalitesine bağlıdır.
Şunu asla unutmamalıyız. Karşımızdaki bir insan ve şu anda bize ihtiyacı olan bir insan. İleride bir şekilde bu durumundan kesinlikle kurtulacak ve bizlere bakış açısı farklı olacaktır. İşte bu farklı bakışı önlemek için bugün ona “muhtaç” insan muamelesi yapmamalıdır. Yeryüzünde herkes gibi, onunla belki yarın ayrılacağız belki bir ömür bir arada yaşayacağız. Sizler, sizin yarın ne olacağınızı biliyor musunuz? Hocam, şunları yazdığımız anda dahi okul, ders, telefon, karne, arkadaş gibi konularda karşılıklı atışmalar, çatışmalar devam ediyor. Çünkü, o tam ergenlik yaşında, yani en zor döneminde.
Aslında biliyor musunuz, bunlar her evde her gün yaşanıyor. Ama bizim kadar problem edilmiyor. Çünkü, onlar bir “AİLE” ama bizlerin başında fazladan bir K harfi var.
Sevgilerimle
K.AİLE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder